Fıkhi Açıdan Mezhep Kavramı ve Ortaya Çıkış Sebepleri

Fıkıh mezhepleri Müslümanların ibadetlerinde ve sosyal hayatlarında doğru ve isabetli ilke ve kuralların ne olduğunu ortaya koyar. Bunlara amelî mezhepler de denir.[1] Fıkıh mezhepleri Kur’an ve Sünnet’in anlaşılması yolundaki çabalar sonucunda ortaya çıkmış ve Müslümanların İslam’ı yaşamasını kolaylaştırarak büyük rahmet olmuştur.

Şu bir gerçektir ki her bir ferdin tek tek din konusunda derinleşmesi, müçtehit seviyesinde ilim elde etmesi ve Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarması mümkün değildir. Bunun gerçekleşmesi ilim, zekâ, vakit, imkân vb. farklı birçok sebepten dolayı iddia edilemez. Allah’ın ilim ve zekâ verdiği, Ümmetten âdeta seçilmiş bir grup insanın öncü olup bu işi yapması oldukça tabiidir. Dolayısıyla mezheplerin oluşumu hayat gerçeği içerisinde çok doğal bir durumdur.

 

[1]  Temel İslam Ansiklopedisi, İsam Yayınları, İstanbul 2019, 5. Cilt, s. 537.

Mezheplerin Oluşum Süreci

Mezheplerin Oluşum Süreci

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem hayattayken bizzat yaşayarak İslam’ı öğretmiştir. Ashab-ı kiram da bilmedikleri veya ihtilafa düştükleri herhangi bir konu ortaya çıkınca Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme gider ve sorarak öğrenirlerdi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ahirete irtihalinden sonraki dönem, Ashab-ı kiramın İslam’ı aktardığı dönem olmuştur. Bu dönemde İslam toprakları genişlemiş ve farklı toplulukların İslam’a girmesiyle de yeni konular gündeme gelmiştir. Ashab-ı kiramın da yeni soru ve sorunlara cevap bulmaları gerekmiştir. Ortaya çıkan konular ashab-ı kiramın şûra meclisinde değerlendirilerek hüküm verilmiştir. İnsan olmanın doğal sonucu olarak sahabeler arasında da fer’i meselelerde ihtilaf vardı fakat bununla beraber tek bir ümmet şuuruyla hareket etmişlerdir.[1] En doğruyu bulmak için çabaladılar. İcma da bu dönem ortaya çıkmıştır.

Ashab-ı kirama talebelik yapanlar yani tabiin nesli de ashab-ı kiramın yolunu takip etmiştir. Kur’an ve Sünnet’i esas almışlar, bu ikisinde olmayan ve o dönem hayatta olan sahabelerden de öğrenmedikleri konularda içtihat ederek hüküm vermişlerdir.

Daha sonraki dönemlerde gelen âlimlerimiz de İslam’ın insanlığın yeni meselelerine cevapsız kalmaması ve daha kolay ve huzurla yaşanabilmesi için ciddi emek harcamışlar, yeni sorunlar karşısında Müslüman’ın neler yapması gerektiğini göstermişlerdir. Müslümanlara Kur’an ve Sünnet’in nasıl pratiğe geçirileceğini anlatmak -ki insanlık en çok buna muhtaçtır- ana hedef olunca bu gayret çok bereketli sonuçlar vermiştir.

Dört hak mezhep imamımız olan İmam Azam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel’in -Allah onlardan razı olsun-  etrafında Allah’ın lütfu ve izni ile azımsanmayacak insan kitleleri toplanmış ve görüşleri yayılarak Ümmet-i Muhammed’in yolunu aydınlatmıştır. Mezhep imamlarımız Kur’an ve Sünnet’i en doğru şekilde anlamak için çok titiz davranmışlar, bu yola kendilerini adamışlar ve en doğruyu ortaya koymak için ciddi çaba sarf etmişlerdir. “…Bu zatlardan her biri mezheplerini Kur’an ve Sünnet’ten öyle bir kaya üzerine bina etmişler ki sarsılması hiçbir vakit mümkün değildir.”[2]

Şu husus da önemlidir ki hiçbir mezhep imamı “ben mezhep kuruyorum” diye ortaya çıkmamıştır. Kur’an ve Sünnet’i anlama çabalarının sonucu olarak farklı metotlarla naslara bakınca -ki başka sebepler aşağıda yer almaktadır- ortaya farklılıklar çıkmıştır. Bu ihtilaflar da mezheplerin temelini oluşturmuştur. “Fıkhî mezhepler yalnızca İslam hukukunu anlamada bir metot, hükümlerini tefsirde bir üslup, kaynaklarından hüküm çıkarmada bir yoldur.”[3] Müçtehit imamlarımızın ders halkalarına katılan büyük dehalar; büyük müçtehit olarak yetişmiş ve bu talebeler ile imamlarımızın görüşleri yayılmış, mezhep imamlarımızın içtihatlarının kitaplaştırılması ile de mezhepler sistematik olarak ortaya çıkmıştır. İlk dönemde mevcut olup günümüze ulaşmayan mezhepler de mevcuttur.

Müçtehit imamlar hayatın her anına ve alanına hükmeden İslam’ın hükümlerini ortaya çıkartır ve insanlığa hazır şablon sunarlar. Said Havva “Avamın mezhebi müftisinin mezhebidir.”[4] diyerek halkın din konusunda kendilerine din öğretenlerin yolunu, mezhebini taklit edeceği gerçeğini ortaya koymuştur.

 

[1]  Said Havva, Allah Erinin Ahlak ve Kültürü, Terc: Harun Ünal, İstanbul: Yenda Dağıtım, 1997, s. 193.

[2] Age. s. 181.

[3] Abdulkerim Zeydan, Terc: Prof.Dr. Ali Şafak, İslam Hukukuna Giriş, İstanbul: Kayıhan Yayınları, 2015, s. 211.

[4] Said Havva, a.g.e., s. 188.

Mezheplerin Ortaya Çıkış Sebepleri

Mezheplerin Ortaya Çıkış Sebepleri

Mezhepler her ne kadar Kur’an ve Sünnet etrafında oluşmuşsa da aralarında farklı hükümler göze çarpmaktadır. Bu farklılıklar içtihat konularındadır. Namazın farz, faizin haram oluşu gibi dinin temeli ile ilgili konularda farklılık söz konusu değildir. Nitekim bu görüş farklılıkları Ümmet için rahmet olmuştur. Nice çözümsüz sanılan durumlarda var olan farklı fetvalar kurtarıcı olmuştur.

Fıkıh mezheplerinin oluşmasının temelinde bulunan sebepler şöyle sıralanabilir:

  • İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’in farklı şekillerde anlaşılması ve yorumlanması, mezheplerin ortaya çıkmasında etkili sebeplerdendir.[1]  Bunda Rabbimiz’in böyle dilemesiyle nasların farklı anlaşılmaya müsait olması konusu önemli bir husustur.

Mesela; Maide Suresi 6. ayet-i kerimede geçen “Kadınlara dokunursanız” ibaresi buna verilecek örneklerdendir. Dokunmak fiili mezheplerce farklı değerlendirilmiştir. Aynı sözcüğün farklı anlamlara açık olması mezheplerdeki görüşlerin de farklı olmasına sebep olmuştur. Elbette ki bu değerlendirmede her mezhebin güçlü delilleri vardır. Sonuç olarak mesela Şafiîler bu ayette kastedilenin, kişinin karşı cinse dokununca abdestinin bozulduğu olduğunu söylemişler, Hanefiler ise dokunma fiili ile cinsî münasebetin kastedildiğini söylemişlerdir.

Buna Bakara Suresi’nin 228. ayetinde geçen kur’u kelimesi de misal verilebilir. Boşanan kadınların üç kur’u beklemesi gerektiğini bildiren ayette geçen bu kelime, Arapçada temizlik, adet görme anlamlarına gelir. Birbirine zıt iki kavramı ifade etmesi sebebiyle Hanefiler kur’u kelimesini âdet görme, Şafiîler ise âdet sonrası temizlik dönemi olduğunu söylemişlerdir. Kelimenin iki türlü anlaşılmaya müsait olması, boşanma sonrası iddet bekleme süresinin değişik kabul edilmesi sonucunu çıkarmıştır.

  • İnsanların anlayış ve idrak seviyelerinin farklı oluşu her şeyi etkilediği gibi hükümleri de etkilemiştir. Allah’ın dinini yaşayan ve aktaranlar insanlar olduğu için insani yön elbette yok sayılamaz. İslam tabii bir din olduğu için bütün gücüyle doğruya ulaşmaya çalışan müctehide, içtihadında isabet ederse iki sevap; hata ederse bir sevap verildiğini buyurmuştur Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem.[2]
  • İslam’daki fikir hürriyeti de mezheplerin oluşumunda, farklı görüşlerin ortaya çıkmasında oldukça etkilidir. Bir müçtehit ilmî birikimi ve değerlendirme tarzıyla bir fikir öne sürer, bir diğeri ise bir başka fikir. Hepsi de temelde İslam bahçesindedir. Dört hak mezhep imamımız arasında hocalık talebelik bağı olmuş, birbirlerinden faydalanmışlar, karşılıklı olarak birbirlerinin görüşlerini değerlendirmişler; diğer görüş daha isabetli ise kendi düşüncelerinden vazgeçip onu kabul etmişlerdir. İhlasla doğruyu bulmak amacıyla hareket etmenin sonucudur bu manzara. Bunun örnekleri oldukça fazladır. Doğruya giderken metot ve ölçülerin farklı olması kesinlikle kınama teşkil edecek bir durum değildir.
  • Muaz bin Cebel hadisi diye bilinen hadis-i şerif de farklı görüşlerin ortaya çıkmasının temellerindendir.[3]
  • Hadisleri değerlendirmede kriter farklılıkları; zayıf ve ahad hadisleri delil olarak kullanma ve hüküm çıkarmada yöntem olarak kıyası kullanma hususundaki görüş farklılıkları da mezheplerin ortaya çıkmasındaki önemli etkenlerden biridir. Mesela; İmam-ı Azam’ın ahad hadisleri delil olarak kabul etmemesi, Şafiîlerin ise ahad haberi kıyasa tercih etmeleri, İmam Malik’in ise Medine halkının uygulamasını ahad habere tercih etmesi gibi yöntem farklılıkları bulunur. Bunda yaşadıkları zamanın, bulundukları ilmî ortamın ve değerlendirme tarzlarının etkisi büyüktür. Fakat hem İmam-ı Azam hem diğer imamlarımız sıhhati kesin olan hadisleri almışlar, buna göre hüküm vermişlerdir.
 

[1] Fıkıh Dersleri, Hasan Serhat Yener, İstanbul: Erkam Yayınları, 2017, s. 26.

[2] Buhari, İ’tisam, 21; Müslim, Akdiye, 15

[3] Ebu Davud, Akdiye, 11; Tirmizi, Ahkam, 3

Sonuç

Sonuç

İnsanlık için gönderilen son din İslam’dır[1]. Kıyamete kadar insanca yaşayıp sonunda ebedî mutluluk peşinde olanların İslam’a sıkı sıkı sarılmalarında, Müslümanca yaşamalarında Rabbimiz’in rahmetinin tezahürlerinden biri olan mezhepler; yol göstermekte, önümüzü aydınlatmaktadır. Mezhepler arasındaki ihtilaflar da tabiidir ve Ümmet-i Muhammed için bir şükür sebebidir.

 

[1] Âl-i İmran Suresi, 19. ayet-i Kerime 

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap