Mâlik b. Enes (ö.179) rahmetullahi aleyh

Mâlik b. Enes (ö.179) rahmetullahi aleyh

Resûlullah aleyhisselam dünyadan ayrılmadan önce size iki şeyi bırakıyorum diye buyurmuştu. İşte, o iki şeyden biri olan hadis-i şeriflere ömrünü adayan isimlerden birisidir Malik b. Enes rahmetullahi aleyh.

En sağlam rivayetlere göre İmam Malik, H. 93 yılında Medine’de Yemen Kabilesi’ne mensup Arap asıllı bir ana babadan doğmuştur. Dedesi Malik, Yemen valisinden gördüğü zulüm üzerine Yemen’i terk edip Medine’ye yerleşmiştir. Medine’ye yerleştikten sonra bu aileye mensup çoğu kişi hadis ilmiyle meşgul olmuştur.

İmam Malik’in dedesi, tabiinin büyüklerindendi. Aynı zamanda babası ve amcası da hadis ilmiyle hemhâl olan kimselerdendi. O da hadis rivayetine yöneldiği zaman kardeşinin şöhretine binaen ona “Ahu’n Nadr” (Nadr’ın kardeşi) deniliyordu. Daha sonra kendi şöhreti kardeşininkini bastırdı ve tersine Nadr,” Ahu’l Malik” (Malik’in kardeşi) diye anılmaya başlandı. Dolayısıyla ilim atmosferini soluyarak büyüyen İmam Malik’in ilme ve hadis rivayetine düşkünlüğüne pek şaşılmamalıdır. Zira toprak verimliydi, ürünler elbet meyvesini verecekti. Ayrıca yaşadığı muhit Peygamber aleyhisselamın hicret ettiği, Şeriat’ın vatanı, nurun kaynağı, İslam'ın merkezi olan Medine idi. Medine, Emeviler devrinde Şerî ilimlerin başkenti ve âlimlerin yurdu olmaya devam etti.

Resûlullah Aleyhisselamın Mirasına Bakışı;

Hicret yurdunun imamı, ilim tahsiline küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i hıfzederek başlamış; daha sonra ailesine hadis halkalarına katılmayı teklif etmiştir. Zaten ilme düşkün olan aile bireyleri bunu memnuniyetle karşılamıştır. Bilhassa da annesi ilim konusunda desteğini esirgememiştir. Annesi; ilim tahsili için gitmek istediği zaman kendisine en güzel kıyafetleri giydirmiş, sarığını sarmış ve “Şimdi git, oku ve yaz...” demiştir. Annesi sadece kıyafetine önem vermekle kalmamış aynı zamanda onun tahsil edeceği hocaları da seçmiştir. Oğluna; “Rabia’ya git, onun ilim ve edebini öğren” demiştir. Rabia, Medine’de re’y ile meşhur olan büyük bir fakihtir. Annesinin bu teşvikiyle İmam Malik rey ehlinin derslerine devam etmiş ve genç yaşında rey’e dayanan fıkhı öğrenmiştir.

Bundan sonra İmam Malik rahmetullahi aleyh, âlimlerin dizi dibinde çeşitli ilimler tahsil etmiştir. Onun yanından hiç ayrılmadığı, kendisine daima mürşitlik yapan bir hocası ise İbni Hürmüz idi. İmam Malik onu böyle bir üstat olarak kabul etmiş ve yanından ayrılmamıştır. Genç bir talebe olan İmam Malik, hocasına karşı büyük bir hayranlık ve muhabbet duyar; onun ilmini takdir ederdi. O hocası hakkında şöyle der; “İbni Hürmüz’ün derslerine 13 sene devam ettim, ondan öyle ilimler öğrendim ki bunların bir kısmını halktan hiç kimseye söylemiyorum. O heva ehlini ret bakımından ve insanların ihtilaf ettikleri şeyler hususunda onların en bilgini idi.”

İmam Malik, annesinin nasihati üzerine hocasının edebiyle edeplenmiş; onun ilim ve hikmetini öğrenmiştir.

İlim tahsili konusunda da hayli gayretliydi. Çağındaki bütün âlimlerden faydalanmış ve ilim yolunda dünyaya dair her şeyi feda etmekten geri durmamıştır. Hatta tahsil uğruna evini bile satmıştır. O hocalarının hiddetine sabreder; şiddetli sıcak ve soğuk günlerde onların yanına gidip ilim öğrenirdi. Kendisi şöyle aktarmıştır; “Ben, öğle vakitlerinde Nafi’ye gelirdim. Güneşten korunmak için hiçbir ağaç bulamazdım. Dışarı çıkacağı zaman onu gözetlerdim. Dışarı çıkınca onu bir an için terk eder ve görmemiş gibi davranırdım. Sonra önüne geçer, kendisine selam verir ve yine onu terk ederdim. Nihayet o içeri girince ben de arkasından girer ve kendisine ‘İbni Ömer şu meseleler hakkında nasıl düşünüyordu?’ diye sorardım. O da bu sorularımı cevaplandırırdı. Fakat daima hiddetli idi.”

Yukarıdaki ifadeden İmam Malik'in güneşin sıcağına nasıl katlandığını, hocasının hiddetinden nasıl korktuğunu, ondan Abdullah bin Ömer radıyallahu anhın ilmini öğreninceye kadar nasıl sabır gösterdiğini anlayabiliriz. Hocasına yük olmamak ve sorularına cevap vermek hususunda onu bıktırmamak için nasıl titizlik gösterdiğini görmekteyiz. Uzun zaman hocasını bekliyor, onunla karşılaşınca selam veriyor, sonra susuyor ve daha sonra soru soruyordu.

İmam Malik'in ilim tahsiline önce hadis ilmiyle başlamış, daha sonra sahabelerin fetvalarını öğrenip tespit etmekle uğraşmış, fıkhî görüşlerini de bu temeller üzerine kurmuştur.

Peygamber aleyhisselamın hadislerine çocukluğundan beri saygı duyardı. Buna en güzel örnek hocası Ebu’z Zinad örneğidir. Bir gün hocası Ebu’z Zinad’a hadis rivayet ederken rastlamış, halkasına katılmamıştır. Daha sonra onunla karşılaşınca hocası; “Bizim halkamıza niçin oturmadın?” diye sormuş. İmam Malik ise şöyle cevap vermiştir “Yer dardı, Peygamber aleyhisselamın hadislerini ayakta dinlemek istemedim.”

İbni Hürmüz, ibn Ömer'in azatlısı Nafi‘, İbn Şihâb ez-Zührî, Yahyâ b. Saîd gibi tanınmış tabiûn âlimlerinden hadis ve fıkıh dersleri aldı. Olgunluk çağına gelince Medine'de Mescid-i Nebevî'de ders ve fetva vermeye başladı. Döneminde ‘Medine Fıkhının İmamı’ olarak tanındı, etrafında geniş bir ilim halkası oluştu, talebeler yetiştirdi. Peygamber aleyhisselamın mescidine girenler burada yaşlı, kumral yüzlü, uzun boylu ve heybetli bir üstatla karşılaşır. Etrafını çevreleyenler heybetinden dolayı onun yüzüne doğru dürüst bakamazdı. Kendisinin feraseti, ilme düşkünlüğü, hadis ilmine saygısı ve vakarı ise onun en çarpıcı özelliklerindendir.

Bu büyük İmam, hayatının birçok kısmını hastalıklarla geçirmiştir. Prostat hastalığı sebebiyle H. 179 yılında Medine’de vefat etmiştir. Allah kendisinden, sevenlerinden ve onun sevdiği kimselerden razı olsun.

İmam’ın fıkhı ve mezhebine dair birkaç önemli not;

İmam Malik'in fıkhının en belirgin özelliği ise Medine halkının uygulamasına (ameli ehl-i Medine) çok önem vermesidir. 

Ülkenin çeşitli bölgelerinden özellikle de Mısır ve Kuzey Afrika tarafından gelen talebeler daha sonra bölgelerine dönerek İmam Malik'in görüş ve fetvalarını yaydılar. Sahnûn'un (ö. 240/854) öncülüğünde tedvin edilen ve İmam Malik'in ve yakın öğrencilerinin görüşlerini toplayan el-Müdevvene isimli eser, Muvatta ile birlikte Maliki Mezhebi’nin temel iki kitabı sayılır.

Maliki Mezhebi önce Hicaz bölgesinde yayılmış; sonra İmam Malik'in Esed b. Furât, Abdullah b. Vehb, Abdurrahman b. Kasım gibi talebeleri vasıtasıyla Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs'e yayılmıştır. Hatta bu mezhep bir zamanlar İspanya'da Endülüs Emevi Devleti’nin resmî mezhebi sayılmıştır.[1]

 

[1]Bu yazı, Prof. Dr. Muhammed Ebû Zehra’nın “İslam’da Siyasi, İtikâdî ve Fıkhî Mezhepler Tarihi” isimli kitabı kaynak alınarak yazılmıştır.

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap