Ramazan’da Gerçekleşen Zaferler
Ramazan deyince çoğumuzun aklına doğrudan oruç gelir ki bu gayet doğaldır. Rabbimiz, orucu önceki ümmetlere farz kıldığı gibi bizim ümmetimize de farz kılmıştır[1]. Bunun yanında Ramazan, Ashâb-ı Kirâm için “Kur’an ve Oruç Ayı” olduğu kadar “Cihad Ayı” idi. Zira sebepleri ve sonuçları açısından tarihteki yeri çok önemli olan üç savaş, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kumandası altında Ramazan ayında yapılmış ve hepsi zaferle sonuçlanmıştı.
[1] bkz. Bakara, 183.
Bedir Savaşı
Mekke’den Medine’ye hicret eden Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem liderliğindeki Müslümanlar, o zamanlar müşrik olan Ebu Sufyan liderliğindeki büyük bir Kureyş kervanına Bedir mevkinde baskın düzenlemek ve böylelikle müşriklere ekonomik bir darbe vurmak istedi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bu amaçla 12 Ramazan 2’de Medine’den yola çıktı. Kervanla Suriye’den dönen Ebu Sufyan, Hicaz civarlarına geldiğinde kervana baskın yapılacağını öğrendi ve yardım istemek adına Mekke’ye bir elçi gönderdi. Aynı zamanda da herkesçe bilinen ana güzergâh olan rotasını, baskından kurtulmak amacıyla nadir kullanılan sahildeki bir güzergâha çevirdi. Baskını haber alan Mekkeli müşrikler, 1000 kişilik bir ordu ile Ebu Cehil kumandasında yola çıktı; Mekke’ye yaklaşık 185 km mesafedeki Cuhfe’ye geldiklerinde Ebu Sufyan’dan kervanın kurtulduğu haberini aldılar ancak Ebu Cehil dahil çoğu müşrik, Müslümanlara güçlerini göstermek için savaşma yanlısı bir tavır ortaya koyarak geri dönmedi. O zaman tüm bunlardan habersiz olan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ve 305 kişiden oluşan ashabı, müşriklerin Bedir kuyularından su almak için gönderdiği iki kişinin Müslümanlar tarafından yakalanması sonucunda olan biteni haber aldı.
İki ordu, 17 Ramazan 2 tarihinde Bedir’de karşı karşıya geldi ve savaş, Müslümanların kesin zaferi ile sonuçlandı. Bu savaşta; Ebu Cehil, Utbe ve Şeybe bin Rebîa, Velid bin Utbe, Nadr bin el-Haris, Ukbe bin Ebi Muayt ve Ümeyye bin Halef gibi müşriklerin reisleri de dahil olmak üzere 70 müşrik öldürüldü (Allah hepsine lanet etsin.).
Rabbimizin “Furkân Günü”[1] diye adlandırdığı, bu savaşa katılan mücahitlerin “Bedir Ehli” sıfatıyla diğer Müslümanlardan faziletli bir konuma sahip olduğu[2] ve Ramazan’ın 17. gününe denk gelen Bedir Savaşı, henüz bir ay önce Şaban ayında farz kılınan orucun ilk tatbik edildiği ayda gerçekleşti. Savaşma niyeti olmadan çıktıkları yolda küfrün reislerini yok eden Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı, bu zaferi oruçlu bedenleri ile kazandılar!
[1] Hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün.
[2] bkz. Buhârî, 3007; Buhârî, Meğâzî, 5; Buhârî, Meğâzî, 11; Buhârî, Cihâd, 14.
Mekke'nin Fethi
Hicri altıncı yılda imzalanan Hudeybiye Antlaşması ile alınan kararlardan birisi de diğer Arap kabilelerinin Müslümanlar yahut müşrikler ile müttefik olabileceği ve bu müttefiklik sağlandığı takdirde antlaşma şartlarına uyması gerektiği üzerineydi. Bu madde kapsamında, cahiliye günlerinden beri aralarında kan davaları süregelen iki kabile olan Huzaâ Müslümanlarla, Beni Bekir ise müşrikler ile müttefik olmuştu.
Birtakım gelişmeler üzerine, Beni Bekir kabilesinden bir grup Kureyş’in de desteğini alarak Huzaâlılara gece baskını yaptı ve kabile reisi dahil onlarca kişiyi öldürdü. Bu baskın, Hudeybiye Antlaşması’nın bozulması ve barışın bitmesi anlamına geliyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ya Beni Bekir ile ittifaktan vazgeçmelerini ya da öldürülenlerin diyetlerini ödemelerini bildiren bir mektubu Kureyş’e yolladı. Kureyş bu iki teklifi de reddetti. Sonrasında her ne kadar Ebu Sufyân Medine’ye gelerek tekrar antlaşmayı yürürlüğe koymak istediyse de şartları yerine getirmedikleri için bunu başaramadı.
Bu olay üzerine Mekke üzerine yürüyüp kan dökmeden şehri teslim almak isteyen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, çevredeki Müslüman kabileleri de toplayarak yaklaşık 10 bin kişilik bir ordu hazırladı. Ordu, 13 Ramazan 8’de Medine’den yola çıktı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, adeti olduğu üzere seferin içeriğini belli bir noktaya gelene kadar saklı tuttu.
Kureyş’in bu seferden ancak Müslümanlar Mekke’ye yakın bir noktaya ulaştıklarında haberi oldu ve tabiri caiz ise şoka girmiş bir şekilde Ebu Sufyân liderliğinde bir heyeti Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme gönderdiler. Bu heyet Mekke’ye, hepsi Müslüman olmuş bir şekilde döndü. Ebu Sufyân; Müslüman olduğunu, İslam ordusuna direnemeyeceklerini ve kendi evi ve Kâbe’ye sığınanların emân altında olacağını Mekke halkına duyurdu.
Bu çağrıya uymayan bazı müşriklerin İslam ordusuna direnmesi sonucu birkaç müşrik öldürülmüş ve Müslümanlar ise üç şehit vermişti. Bunun yanında da İslam’a şiddetle karşı çıkan birkaç kişi dışında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hiçbir insanoğlunun gösteremeyeceği bir merhametle genel af ilan ederek, Müslümanlara 13 yıl boyunca türlü işkenceler eden Mekke halkını bağışladı.
Böylece, gerçekleştirilecek olan diğer fetihlerin müjdecisi ve puta tapıcılığın sonunu getiren Mekke’nin Fethi, 20 Ramazan 8’de oruçlu bedenlerle bir hafta içerisinde gerçekleştirildi!
Tebük Savaşı (Zorluk Gazvesi)
Mekke’nin Fethi’nden bir yıl sonra, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun Medine’ye saldırmasından endişe edilmesi üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sefer kararı aldı.
Kıtlık olan bu dönemde; mevsimin yaz, yolun uzun ve hurmaların hasat dönemi olması sebebiyle, bu sefere çıkmak büyük fedakarlıklar gerektiriyordu. Normalde çıktığı seferler hakkında bilgi vermeyip taktiksel olarak gizli tutan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, içerdiği zorluklar sebebiyle bu seferin ayrıntılarını öncesinden ashabına haber vermişti.
Bu süreçte; Ebû Bekir radıyallahu anh malının tamamını ve Ömer bin Hattab radıyallahu anh yarısını getirdi; Osman radıyallahu anh[1] ise 300 deve ve 1000 dinar (yaklaşık 4 kg altın) vererek ordunun üçte birini teçhizatlandırdı. Münafıklar ise seferin zorluğundan dolayı mazeretler uyduruyor[2] ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden izin istiyorlardı. Bazı Müslümanlar mazeretleri olduğundan dolayı ve bazıları ise mazeretsiz bir şekilde ağırdan aldıkları için bu sefere katılamamıştı; sonrasında ikinci grup hakkında Allah ayetler indirmiştir[3].
Hazırlıkların tamamlanmasıyla, Hicrî 9. yılın Receb ayında yaklaşık 30 bin kişilik orduyla 700 kilometrelik bir yola çıkıldı. Binek yetersizliği nedeniyle üç kişi bir bineği paylaşıyor ve nöbetleşe olarak binekleri kullanıyordu. Çok büyük sıkıntılar sonucunda Tebük mevkine ulaşıldı ve burada 15-20 gün kadar beklenildi. Bu süre boyunca, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birçok kabileyi İslâm’a davet etti, kimi kabileler cizye karşılığında Medine İslâm Devleti’nin hakimiyetini kabul etti.
Tebük mevkinde yaklaşık 20 günlük konaklamanın ardından, gelen haberlerin asılsız olduğunun anlaşılmasından yahut bir rivayete göre Bizans’ın Müslümanlar’ın karşısına çıkmaya cesaret edememesinden dolayı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Şam’a sefer düzenlemeden geri dönülmesi kararını verdi.
Herhangi bir savaş olmamasına rağmen Tebük Gazvesi, âlimlerimiz tarafından askeri ve siyasi bir başarı kabul edilmiştir. Zira 30 bin kişilik bir ordu toplanabilmiş ve Bizans gibi bir devlete meydan okunmuştu. Özellikle Arap kabilelerinin Medine İslâm Devleti’nin hakimiyetini kabul etmesi üzerinde bu seferin etkisi büyüktür.
Yaklaşık 50 gün süren Tebük Gazvesi, Recep ayında başlamış ve Ramazan’ın ilk haftaları son bulmuştur.
Ramazan gelince gündemlerimizi değiştirmeye, kendimizi ibadete (özellikle Kur’an’a) daha çok yoğunlaştırmaya ve boş şeylerden daha çok uzaklaşmaya çalışırız. Bu çabamızın yanında, sünnetini hayatımızın merkezine koymaya çalıştığımız Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ve onun sünnetini en iyi uygulayan nesil olan sahabilerin, Ramazan ayında tarihteki en önemli zaferlere imza attığını bilmek bizi daha da güçlendirecek ve şevklendirecektir. Tüm bu bilgilerden sonra hepimiz, “Örnek aldığımı iddia ettiğim kişiler Ramazan’da bunları yapmışken ben neden onları örnek almayayım?” sorusuna cevap vermeli ve gayretimizi artırma noktasında çaba göstermeliyiz.
[1] Abdullah bin Semure radıyallahu anh şöyle demiştir: “Tebük Seferi’nin hazırlığı yapılırken Osman, askerleri teçhizatlandırmak üzere 1000 dinar getirip Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin kucağına koydu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem dinarları (saymak için) çevirirken, ‘Bugünden sonra Osman ne yaparsa yapsın, yaptıkları ona zarar vermez!’ diyor ve bunu sürekli tekrar ediyordu.” (bkz. Tirmizî, Menâkıb, 18)
[2] bkz. Tevbe, 56-57 ve 94-95.
[3] bkz. Tevbe, 118-119.
0 Yorum