Bu Yol Fıtrata Çıkar

Bu Yol Fıtrata Çıkar

Her insan fıtrat üzere yaratılmıştır. Fıtrat “yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip” anlamlarına gelir.[1] Bu yüzden insanın cevheri aslında içinde saklıdır. Kötü insan yoktur; kötüleşmiş, körelmiş, saflığı ölmüş insan vardır. İnsan, hayatının en karanlık anında bile olsa fıtrat-ı asliyesine dönebilir.

Zalim, fıtratından uzaklaştığı için zalimdir. ‘İyi’ olarak sıfatlandırılan bir insan özünden kopmadığı için iyidir. Yüzyıllardır insanlığın yaptığı iyilik ve kötülük kavgası bir fıtrat mücadelesidir. Bu mücadelede fıtratını koruyan zahiri bir mağlubiyet yaşasa bile kazanandır. Çünkü Allah Teâlâ insanı yeryüzüne bir halife olarak gönderirken insanlığın adil ve hakkaniyetli bir düzende kalması için çabalamasını murat etmiştir.

Fıtratından kopmayan aynı zamanda âlemlerin sahibi Allah’tan da kopmayandır. İman olmadan yapılan iyiliğin Allah katında bir değeri yoktur. Hayrı değerli kılan yalnızca Allah için yapılmış olmasıdır. Nitekim insanın karşılaştığı şerre karşı içinde âdete bir radar sistemi gibi mevcut olan fıtratının devreye girmesi Rabbimizin emirlerinden biridir.

İnsan içinde çığ gibi büyüyen öfkesinin, ihtirasının, nankörlüğünün önüne yalnızca fıtratına yöneldiğinde geçebilir. Bu eğilim, beşerin bütün sapmalarına rağmen kurtuluşa götürecek bir eğilim olabilir.

Allah Teâlâ buyurur ki: “O hâlde sen hanîf olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur fakat insanların çoğu bilmezler.”[2] Rabbimizin emrine kulağımızı ve kalbimizi açmamız dünyadaki herhangi bir aldanıştan uzaklaşmak için yeterlidir.

Ahlakın, iyiliğin her geçen gün yozlaştırılmaya çalışıldığı bir dünyada yıkılmadan ayakta durmak fıtrat mücadelemizin bir parçasıdır. Rabbimizin bize bahşettiği irade yetimiz hilkatimizi korumanın anahtarıdır. Bu uğurda mücadele eden, tertemizlerin diyarına selim bir fıtrat ile dönecektir.

Fıtrattaki iyi hasletler baltalandıkça kötülük önü alınamayacak bir hız kazanarak insanı nefsin esaretine düşürmektedir. Ebu Cehil tarumar olmuş bir fıtrat örneği olarak önümüzde dururken Ebubekir radıyallahu anh her tuğyanın karşısında filizlenen bir fıtratın timsali olarak bize ışık tutmaktadır.

Elbette fıtrat üzere yaşamak kelimelerle ifade etmek kadar kolay değildir. Fıtratımıza geri dönüşümüz aslında özümüze dönüşümüzdür. Fıtrata uygun bir yaşam için en önemli etken çevredir. Hak ile yoğrulan bir çevrede insanın bozulma ihtimali daha zayıftır.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Her doğan çocuk, mutlaka İslam fıtratı üzere doğar. Ancak anasıyla babası onu Yahudi veya Hıristiyan ya da Mecusi yaparlar.[3] İnsanın en büyük payandası İslam’dır. Allah Teâlâ insanın içine doğru yolu bulma istidadını yerleştirmiştir. İslam’ı nefsine uyduran bir çevreden etkilenmeden yaşayan her fert Allah’a daha çok yaklaşacağı bir zemindedir.

Allah’tan hakkıyla korkmayan insanın da fıtratını koruması mümkün değildir. Kuşkusuz Allah’ı unutan iki dünyada da huzura erişemez. Yaratılışımızın özünü oluşturan İslam ile bütünleşip sürdürülmeyen bir hayat zaten asıl gayesinden uzaklaşmıştır. Dolayısıyla insan dünyada yalnız da kalsa bütün insanlık ahlakına saldırsa da fıtratına bağlı kaldığı kadar insan, Allah’a karşı haşyet duyduğu kadar da kuldur.

İnsanın nefsini tanımadan fıtratıyla iç içe olması da zordur. Topraktan yaratılmış, ruh ile yoğrulmuş mahlûk olan insanın elbette ruh tarafına yönelmesi büyük bir çabayı gerektirir. Ancak bu çaba imkânsız olmamak ile beraber insanı kendine getiren bir tutumdur. Olmasını istediğimiz her şeyin önündeki sorun engeller değil o engelleri aşacağımıza inanmamaktır.

Dünyanın cenderesinden çıkıp bir an olsun kendimizi dinlemeye, içimizdeki dünyaya dalıp ne âlemde olduğumuzu sorgulamaya ihtiyacımız yok mu? Günler birbirini kovalarken geçen hiçbir dakika bizi ‘geçiyorum’ diye ikaz etmiyor. Peki, ya bizim aklımız hiç mi ‘dur’ demeye güç yettiremiyor? Geçirdiğimiz zamanın, durdurduğumuz her anın bir gün faturası kesildiğinde ödeyeceğimiz hesap nasıl olsun istiyorsak o gün gelmeden muhasebemizi ve davranışlarımızı ona göre yapmamız gerektiği apaçık ortadadır.

Fıtratımıza dönmek için attığımız her adım kutlu bir yolun mihengidir. Her dönüş yeniden bir ayaklanma ve kurtuluştur. Dönüşün de varışın da zor olduğu bu menzil kaygısı olanların değil kararlı ve inançlı olanların başarısının tahakkuk edeceği bir yoldur. Canımız bedenimizden çıkmadan fıtratımızı koruma mücadelemiz için hala bir umut vardır. Bu öze dönüş geriye değil ebediyete olacaktır biiznillah.


[2] Rum Suresi, 30. ayet-i kerime

[3] Buharî, Cenâiz 80

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap