Cennete Davet
Müslüman olarak yegâne hedefimiz yaratılış amacımız olan cennete girmektir. Cennet haricinde herhangi bir gayemiz olamaz. Dünyalık menfaatler, makamlar ve mevkiler ancak cennete ulaşmamız için bir araç olabilir. Bunlar zirveye çıkabilmek için kullanılan birer merdiven niteliğindedirler. Zirve ise içinde ebediyen kalacağımız cennettir.
Cennet Şartları
Dünyada Müslümanca yaşamamızın karşılığı olarak rabbimizin bize vadettiği cennetin elbette şartları vardır. Bu şartları yerine getirebilenler oraya varacak ve ebediyen orada kalabileceklerdir. Bu noktada Allah Teâlâ, Burûc Suremizin 11. ayetinde, cennete girebilmek için iman etmenin ve salih amel işlemenin şart olduğunu bize haber vererek şöyle buyuruyor:
“İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara gelince onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur.”
İman, Allah Teâlâ’nın tek ilah olduğunu, Rasûlullah sallallahu aleyhive sellemin ise O’nun kulu ve rasûlü olduğunu kayıtsız ve şartsız kabul etmektir. Bu, cennete girebilmenin ilk şartıdır. Salih amel ise Allah Teâlâ’nın razı olacağı, yapıldığı için kulunu ödüllendireceği ve kulunun cennete girmesi için sebep yapacağı işlerdir ve bu da cennete girebilmenin ikinci şartıdır. İman olmadığı yerde salih amel olmaz. Zira iman, salih amellerin ilki ve en büyüğüdür.
Peki iman ve salih amel cennete girebilmemiz için yeterli mi? Yani iman eden ve salih amel işleyen birinin kat’iyen cennete gireceğini söylemek mümkün mü? Allah Teâlâ bu hususa ilişkin Bakara Suremizin 214. ayetinde şu şekilde buyuruyor:
“Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız?”
Rabbimiz bu ayeti ile bize iman ve salih amelin cennete girebilmek için tek başına yeterli olmadığını, önceki kavimlerin çektikleri ile karşılaşıldıktan sonra ancak cennete girilebileceğini bize haber veriyor. İman edip çokça salih amel işlemiş olabiliriz. Faize bulaşmamış, ilim meclislerinde bulunmuş, gözümüzü haramdan korumuş olabiliriz. Aile saadetimiz yerinde olabilir ve anne-babamızın, eşimizin, çocuğumuzun kalbini hiç kırmamış olabiliriz. Fakat bunlar tek başına cennete girebilmemiz için yeterli değil.
Cennete girebilmemiz için Rabbimiz, bizden öncekileri sınadığı gibi bizi de sınayacak ve onların yaşadıkları karşısında gösterdikleri iman samimiyetini bizim de gösterip göstermeyeceğimizi görmek isteyecektir.
Kim Bu Öncekiler?
Allah Teâlâ’nın ayetinde bahsettiği “sizden öncekiler”, Çanakkale’de savaşanlar ya da Haçlıların, Moğolların saldırılarına maruz kalanlar değillerdir. Hatta Rasûlullah aleyhisselama iman ettikleri için işkencelere tabi tutulan, kızgın kumlara yatırılan, üzerlerine büyük taşlar koyulan ya da kırbaçlanan ilk Müslümanlar da değillerdir. Ayette bahsi geçen ‘sizden öncekiler’ Ashabı Kiram’dan önce yaşayıp sadece Allah’a iman ettikleri için çeşitli muamelelere maruz bırakılan kimselerdir. Zira bu ayet, Rasûlullah’a ve Ashabına indi ve Rabbimiz Teâlâ onlara hitaben “sizden öncekiler” diye buyurdu.
Dikkat edilmesi gerekir ki, bu ayetler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabına indiği vakitlerde onlar zaten müşrikler tarafından işkence görüyorlardı. Müşriklerin tüm zulümlerine rağmen Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getiriyorlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, namaz kılmayı, bir yerde toplanmayı, tebliğ için kapı kapı dolaşmayı emrettiğinde Ashabı, Ebu Cehil’in kırbacını göze alıyorlar ve kendilerinden istenileni yerine getiriyorlardı. Bunlara rağmen Allah Teâlâ’nın onlar için “Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız?” buyurması haşa mübalağa olamaz. Zira Allah Teâlâ, her şeyi yerli yerinde söylemiştir. O’nun söylediklerinde kusur ve noksan yoktur. O’nun anlatımında abartı olmaz. O, Ashabı kiramın da kendilerinden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete giremeyeceklerini söylemişse öyledir.
Ne Güzel Örnek
Allah Teâlâ’nın Kuran-ı Kerim’inde sizden öncekiler olarak bahsettiği en güzel örneklerden biri Burûc Suremizde anlatılan Ashâb-ı Uhdûd kıssasıdır. Surede sözü edilen Ashâb-ı Uhdûd, İslâmiyet’ten önceki bir devirde mümin insanları dinlerinden döndürmek için ateş dolu hendeklere atarak işkence eden kimseleri ifade eder. İlgili ayetlerde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“O çukurları, alev alev yanan ateş çukurlarını hazırlayanlar mahvolmuşlardır! Hani o sırada ateşin başında oturmuşlar, müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Aziz, övgüye lâyık, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’a inandıkları için, sırf bu sebeple onlara ağır işkence uyguladılar. Ama Allah her şeye şahittir.”
Allah’a iman etmekten başka hiçbir suçu(!) olmayan insanlar, Firavun kılıklı bir yöneticiyi rab olarak kabul etmedikleri için ateş çukurlarının içine atılmak sureti ile öldürüldüler. Bu kıssa, daha ayrıntılı bir şekilde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından da bize haber veriliyor. Müslim’in hadisinden öğrendiğimize göre Allah’a iman eden delikanlı bir genç yine Allah’ın dilemesi ile hastalara şifa oluyor. Kendisinden yardım isteyenlere Allah’a iman etmeleri şartı ile dua eden delikanlı, padişahın kör olan bir yakınının da Allah’a iman etmesi üzerine dua ediyor ve bu adamın gözleri görmeye başlıyor. Durumu öğrenen yönetici bir şekilde delikanlıyı huzuruna getiriyor ve “Demek senin sihirbazlığın körleri ve alacaları iyi edecek dereceye ulaşmış. Duydum ki sen epeyce işler yapıyormuşsun, öyle mi?” diye soruyor. Delikanlı genç, “Hayır, ben kimseye şifa veremem. Şifa veren Allah Teâlâ’dır.” demesi üzerine tutuklanıyor. Devam eden süreçte genç öldürülmek istense de Allah onu koruyor ve en sonunda genç, ölümünün ancak Allah’ın adıyla atılan bir ok ile gerçekleşeceğini söylüyor ve dediği gibi de yapıyorlar. Herkesin gözü önünde olan bu olayla sayısını Allah’ın bildiği kadar insan, delikanlının Rabbine yani Allah Teâlâ’ya iman ediyor ve delikanlı vesilesi ile iman edenler padişah tarafından ateş çukurlarına atılmak sureti ile öldürülüyor. Delikanlı ölüyor ama insanlık diriliyor. Onlar da kimilerince ölüyor ama Allah katında kıyamete kadar canlı kalıyor.
Bebek Bile Anladı
Hadisin sonunda yine Allah’a iman ettiği için kucağındaki çocuğu ile ateşe atılmak istenen bir kadın zikrediliyor. Hadisten öğrendiğimize göre kadın bir ara ateşe girmemek ister gibi yapıyor. Bunun üzerine kucağındaki çocuğu “Anneciğim, sık dişini, sabret, çünkü sen hak din üzeresin!” diyerek onu cesaretlendiriyor ve kadın da dininden dönmektense ateşe atılmayı tercih ediyor.
İşte Allah Teâlâ bir taraftan “Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız?” buyururken bir taraftan da peygamberi üzerinden bize Ashab-ı Uhdûd kıssasını aktarıyor. Öyleyse aslında Rabbimiz, bu kıssada öldürülen delikanlının, ateş çukurlarına atılan çocuklu kadının ve beraberindekilerin çektikleri ile karşılaşmadan cennete giremeyeceğimizi söylemiş oluyor. Biz de ancak bu delikanlının, çocuklu kadının ve beraberindekilerin o kısa sürede gösterdikleri direnci göstererek ancak onlarla aynı cennete girebiliriz. Bu, elbette bizim de ateşe atılmamız gerektiği anlamına gelmiyor ama ateşe atılıyormuşçasına sıkıntılara katlanmamız gerektiği sonucunu çıkartmamızı gerektiriyor. Onların iman etmelerinden ateş çukurlarına atılmalarına kadar olan süreç yıllar değil belki de birkaç gün aldı ve onlar o kısa sürede büyük acılar çektiler. Biz de bizim için takdir edilen ömürde ancak onların çektikleri kadar çektikten sonra cennete girebileceğiz.
Dersimizi Alalım
Böylece diyebiliriz ki, ümmetin dertleri, bireysel problemlerimiz, İslam’ı yaşamadaki zorluklar, haramlara bulaşmanın kolaylaşması, uyku düşkünlüğü, faiz bataklığı, zina tehlikesi gibi sıkıntılara karşı gösterdiğimiz dirayet ve sabır o delikanlının, çocuklu kadının ve beraberindekilerin, birkaç günlük süre içerisinde kendilerine yaşattıklarına karşı gösterdikleri dirayet ve sabır ile denk olduktan sonra onlarla aynı cennete girebiliriz. Bu da bir ömür Müslümanca yaşamak, emirlere uymak ve nefse hâkimiyet ile mümkündür.
Kısaca, imanı ispatlamadan yani öncekilerin çektikleri sıkıntılar bedenen veya zihnen çekilmeden cennete girmek mümkün değildir. Emir ve yasaklar doğrultusunda Allah bizden imanımızı ispatlamamızı istiyor. Bu ise sadece iman ve salih amel ile mümkün değildir. Bunların yanında iş, okul ve diğer alanlarda her ne olursa olsun imanımızı Allah’a ispatlayabilmek adına her çeşit sıkıntıya hazır olmamız ve bu sıkıntılara karşı dirayet ve sabır göstermemiz gerekiyor. Aksi bir durumda Allah Teâlâ’nın açık uyarısına rağmen cenneti kaybedenlerden oluruz.
0 Yorum