Din ve Dünya Algısı

Nureddin Yıldız Hoca’nın 05.05.2021 tarihli Instagram canlı yayınından notlar alınarak hazırlanmıştır.

Halk Müslüman, Devlet Laik!

Halk Müslüman, Devlet Laik!

Çok değil bir asır önce başında Peygamber aleyhisselamın siyasî makamını temsil eden halifemizin bulunduğu bir İslam devletimiz vardı. Bu İslam devletimiz gitti, onun yerine dünya Müslümanlarını yöneten laik devletler geldi. Allah o günlerde gayret edip bu durum bir iman ve İslam kaybına neden olmasın diye çalışan selefimizdeki mü’minleri rahmetiyle muamelede bulunarak kabul buyursun. Fakat Müslümanlar bundan bir asır önce halifeli bir İslam toplumu içinde yaşarken daha sonra laiklik şemsiyesi altında yaşamaya mecbur edilen ve devleti sistem olarak laik ama halkı Müslüman olan bir düzene mecbur edildiler. Burada önemli bir nokta var; şöyle ki halk ve devlet Müslümandı, halk Müslüman kaldı, devlet laikleşti. Bir zaman bu böyle devam etti. Müslümanlar yaklaşık bir asra yakın bir zaman devlet Müslümanlığa geri dönsün, laiklikten sıyrılsın diye gayret ettiler.

Laikliğin Kuşatması!

Laikliğin Kuşatması!

Gelinen noktada İslam devletin vasfı olmadığı gibi halkın da laikliği içten içe benimsemeye başladığını, laikliğin devleti kuşattığı gibi Müslüman toplumu, aileyi ve ferdi dahi kuşattığını ne yazık ki görüyoruz. Bu afet olarak gördüğümüz bir husustur, maalesef. Gelen yeni kuşak “laikim ben, bundan sonra seküler yaşamak istiyorum” demese de yaşam tarzı, benimsenen tavırlar, Allah’ın mü’min, münafık veya kâfir tasnifine karşı hümanizmin, insan mantığının ve demokrasi gibi yeni isimlerin Müslümanlıkla beraber bir kardeş havası ile kabul edilme arzusu laikliğin kişileri ciddi ciddi kuşattığını gösteriyor.

Laiklik imanları, İslamî anlayışı, evi, işi hatta camiyi dahi sinsi bir şekilde kuşatırken ne yazık ki bunu bir tehlike olarak hissedemeyen aydın ve hoca kesiminin de İslam toplumu içerisinde bir mantar gibi çıktığını ve gelişmekte olduğunu görüyoruz.

Laikliğin Zehirli Havası

Laikliğin Zehirli Havası

Batı, Fransız Napolyon’un kafası, İngiliz emperyalizmi bir zamanlar laikliği devletin ormanlarında ağaç olarak yetiştirmek istiyorlardı, o zehirli havayı ormanlardan bize teneffüs ettireceklerdi. Şimdiki dönemde ise Müslümanlar evlerindeki saksılarda bu zehirli ağacı büyütüyorlar fark etmeden.

Bazı hocalar ve âlimler, durup konuştukları şeye bakma fırsatı bulmadan, laikliği özendiren yani hayatı Müslüman’ın yüreğiyle sınırlı bırakıp hayaldeki İslam arzusunu cennette gerçekleştirmek için ertelemeye; yani direkt en üstten siyasette, mahalle bakkalında, sosyal ilişkilerde ve sonra her yerde Allah’ın dediği ve peygamberinin yönünü gösterdiği uygulamadan ziyade çağın gereği olarak kabul etmeye mecbur ediyorlar Müslümanlar’ı.

Bu noktada itiraz edilerek Allah adına konuşan hiç kimsenin “Laiklik dindendir” demediği söylenebilir. Elbette böyle diyen kimse yok ancak laiklik ne getirmiştir İslam toplumuna? Cevap basit: Kadın konusunda hayatın zorlamalarına dikkat edilsin, şeriat bir kenara itilsin, faiz konusu çağın gereğidir, ekonomi başka türlü yürümez ve haram bilen hocalar bu işe müdahale etmesin deniyor… Bunu laiklik adına kimse yapmıyor ama bir hoca konuşurken bu konuları hiçbir zaman gündeme getirmiyor. Başka bir hoca gündeme getirdiğinde de “o aşırı gidiyor, aslında kâfirleri ürkütmemek lazım” diyerek dolaylı bir yoldan laikliğin sıkıştırmasına ve kuşatmasına teslim oluyorsa bu hoca da laikliğe hizmet ediyor şeklinde yorumlanması gerekir.

Evlerde Yetişen Laikliğin Mazereti Yok!

Evlerde Yetişen Laikliğin Mazereti Yok!

Son otuz-kırk senedir kimse tenezzül edip “Müslümanlar da laik olsun” demiyor çünkü saksılarına bu ağacın fidesini dikmişlerdi, şimdi bu ağaçlar büyüdü. Müslümanlar’ın şehir ormanlarına gitmesine gerek yok. Dışarıdan saldırıya da gerek yok, içeriden yeteri kadar laikliğin bizi kemiriyor olduğunu ispat etmeye çalışıyoruz. Bir şahıs veya grup olarak “Laikliği istemiyoruz” demenin anlamı olmadığını biliyoruz ama evimizi, vakıflarımızı, ailemizi, camilerimizi, ruhumuzu ve aklımızı laikliğe teslim etmek zorunda da değiliz. Ülkemizdeki laiklik anlayışı Müslümanlar’ın evinin içine karışmaz. Napolyon’un dayattığı şeye bugün şahıs olarak biz teslim olmuş bulunuyoruz. Bizim konumuz dış güçlerin dayattığı laiklik konusu değildir; bizim pişirip kotararak soframıza koyduğumuz laiklik konusudur, bu bizi kuşatıyor. Ordularla değil zevklerimizle, beğenilerimizle ve sempatilerimizle laikliğin bizi kuşatmasına izin veriyoruz. Çocuklarımızı yetiştirirken bu sekülarist, laik anlayışın cazibesine dayanamıyoruz. Başörtüsü taktığı hâlde başının içinde laikliğe sempati besleyen nesle, sakallı olduğu hâlde sakalsızların sistemini cazip görme meyline karşı özellikle vurgulama yapmak istiyoruz.

Biz kendi kendimize laikliği teslim olduğumuz bir güç olarak benimsersek eğer buna Allah’ın huzurunda söyleyebileceğimiz hiçbir mazeretimiz yoktur. Kapitalizmden, liberalizmden ve hümanizm reklamlarından kaynaklanan laiklik anlayışına teslim olmamız hatta yeryüzünde işlenmiş en çirkin ahlaksızları bile toplumumuzda konuşulabilir hâle getirdiğimiz laikliğe teslimiyet tavrımızın sorumluluğundan kıyamet günü hiçbir şekilde mazeret ihdas ederek kurtulamayız. Bizim dış yapımız laikliğin, küfrün veya bir dış saldırının baskısı altında eziliyor olabilirdi. Kalplerimizin o tarafa kaymasının ise hiçbir manası yoktur. Belki kâfirler bile bu küfür ve nifak illetini taşıdıklarında bu kadar çabuk teslimiyet ummuyorlardı eylemlerine.

Bireysel Laikleşmeye Direnmeliyiz!

Bireysel Laikleşmeye Direnmeliyiz!

Devletin laikleşmesini konuşmuyoruz, ona da söyleyecek sözümüz var, yüz senedir de ümmetimizin âlimleri bunu söylüyorlar zaten ama bireysel laikleşmeye karşı bir diretme ihtiyacı hissetmemeye söyleyecek bir sözümüz ve itirazımız var. Bedeli ne kadar yüksek olursa olsun buna bir söz söylemek zorundayız; aksi takdirde oruç tutmamızın, hacca gitmemizin ve namaz kılmamızın yani bir kenara sıkıştırılmış ibadetler yapmamızın bizi kurtarmayacağını, sakalı olan ve şeriata iman etmiş bir Müslüman olarak söylemek zorundayım.

Bu kadar ucuz teslim olmamalıydık. Aile ilişkilerimizde, düğünümüzde, ticaretimizde, helal-haram algımızda laikliği benimsediğimizi ilan etmemize gerek yok. Allah’ın şeriatını ailemizde, işimizde yani hükümran olduğumuz, sözü bizim söylediğimiz, devletin dışındaki alanlarda nasıl uyguluyoruz; önemli olan budur. Laikliği tercih ediyorum demeye gerek yok, pratiğimizde ne tercih ettiğimiz belli, bunun aksi de öyle. Bir insan şeriatı yaşıyor ve kendi sözünün geçtiği her yerde şeriatın dediğini yapıyorsa nüfus kâğıdında ‘laik, seküler, demokrat’ yazmasının bir zararı yoktur.

Peygamberimiz aleyhisselam müşriklerin baskısıyla küfür noktasına geldiğini onlara itiraf eden Ammar’a, “Kalbin ne durumda?” diye sordu. Ammar “Kalbim seninle ve Allah ile beraber” dediğinde Peygamberimiz ona bir sıkıntının olmadığını söyledi. Biz Rabbimiz ile baş başa kaldığımız teheccüd namazlarında “Ben seninle beraberim Rabbim” dediğimiz sürece bir sorun yoktu. Bunun tersinde, kalbimiz “şeriata gerek yok” noktasında olunca işte kıyamet burada kopuyor. Devlet şeriat devleti de olsa bu noktaya düştükten sonra Müslüman cehennemden kurtulamıyor çünkü Allah kalplerdeki teslimiyetimize bakıyor, işte burada laiklik, ordularıyla değil ideolojisiyle kuşatıyor. Bu kuşatma da imanımıza mal oluyor çünkü biz ahlakımızı Allah’ın dinine göre yaşamadığımız, faiz toplumda yayıldığı, rüşvet doğal bir hak gibi görüldüğü, Müslüman yalana kılıf bulabildiği, ailemize “İslam ailesi budur” denemediği sürece İslam adına ezanların okunuyor olması, kıyamet günü kurtulabileceğimiz bir mecrada olduğumuzu göstermiyor.

Münafıklık Hastalığına Dikkat!

Münafıklık Hastalığına Dikkat!

Münafıkların cehenneme gideceklerini biliyoruz ama gelin tefekkür edelim: Münafıklar Medine’den cehenneme gittiler. Medine’de Bilal’in o güzel ezanlarını dinlemiyorlar mıydı? İmamı Muhammed aleyhisselam olan bir mescitte namaz kılmıyorlar mıydı? Kılıyorlardı. Neden Kuran-ı Kerim, “Münafıklar cehennemin en alt tabakasında yanacaklar” diyor? Çünkü başında Peygamberimizin bulunduğu İslam devletinin vatandaşı oldukları hâlde yüreklerinde Allah’a belli noktalarda söz hakkı tanımama düşüncesi vardı. Onları ‘Allah camide konuşsun, başka yerlerde konuşmasın’ düşüncesi yani o günün laiklik anlayışı kuşatmıştı, kalplerinin etrafında bir tabaka oluşturmuştu.

Bu, bugün bir hastalık olarak bize bulaşmıştır. Öncelikle ailemizi ve yeni nesli kuşatmaktadır. Din adına konuşan bazı yetkili isimler ve kurumlar da bu konuda ‘düşmanı uyandırmayalım’ maksatlı veya böylesi de olur diyebileceğimiz, özet yapabileceğimiz sıkıntıyı benimsediler. Böylece yeni nesil İslam’ın orijinal hâlini tanımama noktasına geldi. Bilerek veya bilmeyerek Müslüman aydınlar bu tavizi verdiler; yani laikliğin reklamını yaptılar diyemeyiz ama İslam’ın şu uygulaması da var demenin henüz vakti olmadığını düşünüyorlar.

İmanımız Nefessiz Kalmasın!

İmanımız Nefessiz Kalmasın!

Gelinen noktada laiklik bizi bir cendere altına almıştır ve o cendereyi gitgide daraltmaktadır. Bu cenderenin içerisinde ezilen, yüzde yüz Allah’a teslim olmak anlamına gelen Müslümanlığımızdır. Biz ahlaklı olsak da çocuğumuzun maazallah en pis, ahlaksız, Lut aleyhisselamın kavminin göklerin başına düşmesiyle helak olmasına neden olacak pisliğini baba veya anne olarak “yapamazsın” diyemeyeceğimiz, dersek de karşımıza kanunları, Avrupa’dan dayatılmış koruma hukukunu bulacağımız noktaya geliyoruz. Laiklik bizi gırtlağımızdan yakaladı, sıkıştırıyor ve içimizdeki İslam’ı, yüzde yüz Allah’a teslim olma imanımızı nefessiz bırakacak. Nefessiz kalan Müslümanlığımız sadece istediği zaman namaz kılan, istediği zaman oruç tutan ve tesettürü bir bez parçası hâli olmaktan bile çıkaracak şekle gelmekte ve laiklik kuşatmaktadır bizi.

Melekler Laiklik ile Barıştığımızı Yazmasın!

Melekler Laiklik ile Barıştığımızı Yazmasın!

Kabre girmemenin çaresi yok, sıratta beklemenin çaresi yoktur; bunlar illa olacaktır. Allah’ın huzurunda tek tek hesap vereceğiz ve bu hesabımızda gizli laikliğin içimizden, ailemizden, imanımızdan vuran hesabı da muhakkak olacaktır. Çünkü laiklik Allah’ın indirdiği Kur’an’dan, Peygamberin sünnetinden seçip seçip ‘uygun olanı’ alma hastalığıdır. Kıyamete kadar kim Allah’ın dininden beğenmediğini bir kenara bırakma hakkını kendinde görürse işte bu bahsettiğimiz noktaya gelmiş olur.

Evlerimizi düşünelim: Yüz yıldır laiklikle çarpıştık, şimdiyse barışmaya yeltendik, barışınca da benimseme beraberinde geldi. Gizli laiklik modeline teslim olduk.

İman potansiyelimizin yüzde yüz canlı olması gereken yüreklerimizdeki laikleşmeye karşı ve o laikleşmenin evlerimizde, ticaretimizde ve sosyal ilişkilerimizde yalan, rüşvet, haram para, iftira ve zulüm olarak yer bulmasına karşı hiçbir özrümüz yoktur Allah katında. Bu noktada teslim olduğumuz laiklik kıyamet günü bizi helak edecektir, dünyada da berbat etmiştir zaten.

İbret alırsak Allah’ın kapısı yine açıktır, namazsızlıktan, alkolden tövbe ettiğimiz gibi laikliğin bu kuşatmasından da tövbe edip Allah’a dönmek zorundayız. Yoksa melekler her şeyi görüp yazıyorlar ve yalanın söylenemeyeceği yere gideceğiz, o güne hazır olmamız gerekiyor.

1 Yorum

  • كاظم

    رضى الله تعالى عنكم Allahuekber Allahu Azimuşşan Mevlamızdır O'nun himayesinde Resülünün ﷺ yolundayken biiznİllah musibetler hiçe denktir gözümüzde Allah bu ümmeti muhafaza eylesin her türlü maddi manevi tehlikeden Amin el-fatiha vessalavat.

    Cevapla
Yorum Yap