Ezanımız, Şiarımız!
Dinimizin en büyük şiar[1]larından,
O’nun yankılandığı topraklar İslam’ın hâkimiyetini haykırır.
Gecenin zifiriliğinde, güneşin vedasında, günün beş ayrı vaktinde de yankılanır o çağrı.
Düşmanı rahatsız eden, şeytanı duyduğunda kaçıran, mü’minleri ise tazelenmeye çağıran yankı.
Hayatın meşgalelerine dalıp giden insana, Rabbinin varlığını haykırıp imanını hatırlatan ezan…
Ezanımızı konuşacağız bu satırlarda. Ne anlama geldiği ve ne kadar değerli olduğu küfrün bile çok iyi bildiği bir gerçek ki girdikleri topraklarda önce İslam’ın bu sembolünü sustururlar da böylece dolaylı yoldan dinimizden rahatsızlıklarını haykırırlar.
Ezanın yasaklı yılları, İskiliplilerin kılık kıyafete güya başkaldırdığı(!) gerekçesiyle asıldığı, dinin hakiki sembollerini diri tutanlardan rahatsızlık duyulan bir çağ. Küfrün bir iki dakikalık ezana bile tahammülünün olmadığı, mü’minlerin ise büyük bir imanla ezanı on sekiz sene duymadan büyüyen nesillerden bile namaz sevdalısı yetiştirdikleri bir dönem.
Ve her mahalleye bir müezzin düşecek kadar dinin rahat ve görüntü itibariyle bolluk zamanında bugün; o şiarı, ezanı duyup harekete geçmek bir yana dursun izlediği videoyu bile durduramayan gaflet halindeki Müslümanlar.
Oysa ezan; kalbimizdeki o boşluk hissini dolduran, huzursuzluklarımıza merhem olan, duman içinde kalmış manzaramızı berraklaştıran namaz ibadetinin hatırlatıcısı değil miydi?
Oysa ezan; yerin ve göğün Rabbi, O’ndan izinsiz küçücük bir zerrenin bile hareket etmediği, sonsuz kudret sahibi olan Rabbimiz Allah’ı zikrettiğimiz bir yankı değil miydi?
Oysa ezan, dünya dönüp durdukça Müslümanların meskûn olduğu her coğrafyada sürekli okunan çağrının adı değil miydi? Günün her anında yeryüzünden yükselen çağrı! Bu ne büyük bir kudretti…
Peki biz,
Cennet için dünyaya gönderilmişler olarak hazırlık için koca koca ameller arama hatasına ne zamandır düştük? Ne zamandır hadislerde “en mübarek işi yapanlar” olarak övülen müezzinler, sıradan bir iş yapan alelâde insanlar oldular?
Bize ne oldu ki bizim için en kıymetli vakitler olan ezan vakitlerini sıradan, günde beş defa okunan bir ritüel hâline getirdik? Ne oldu ki dünya meşgalesinden bir iki dakika başımızı kaldırıp ezanı dinleyemedik? “Ezan okumanın ve birinci safta durmanın sevabını bilselerdi kura çekerlerdi.”[2] buyuran Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi neden işitmez olduk?
Ne zamandır tam on sekiz sene ezana hasret olarak yaşayan dedelerimizi, ninelerimizi onların dinimize dair taşıdıkları heyecanı unuttuk da dinimizden bu kadar bihaber yaşar olduk?
Yurtdışında, kâfir topraklarda ezana hasret büyüyen nesiller; bu topraklarda ezanı duyduklarında her şeylerini bırakıp duraksar, onu nemli gözlerle dinlerlerken biz dinimize dair konularda rahatlığa mı kapıldık gittik?
Yeniden dinimizin yapıtaşı olan ezanı diri tutma heyecanı gerek bize. Ezan bizim için neydi, ne oldu? Minarelerden sesini işittiğimiz ezanın, cennete hazırlığımız açısından ne kadar değerli olduğunu tekrardan hatırlamaya ve yenilenmeye buyurunuz.
…
Ezan; bildiri, ilan manasına gelen bir kelime olmakla birlikte farz namazların vaktinin geldiğini, nasla belirlenen sözlerle ve özel şekilde mü’minlere duyurmayı ifade eder.[3]
Müslümanların mevcudiyetini teyit eden ezan, aynı zamanda Allah’ın ve Resûlü’nün varlığını, asıl mutluluğun, kurtuluşun ahirette olduğunu hatırlatan bir uyarıcı durumundadır.
Âlimlerimiz ezanda dört hikmet bulunduğunu söylerler. Bunlar: Şiâr-ı İslam oluşu yani İslam’ın bir parolası, bir sembolü olması; kelime-i tevhidi ve kelime-i şehadeti herkese açıkça ilan etmesi; namaz vaktini ve kılınacağı yeri duyurması ve Müslümanları cemaate davet etmesidir.[4]
Ezan, Efendimiz aleyhisselam ve ashab-ı kiramın kendi aralarında namaz vaktini ne şekilde ilan edileceğini konuştukları bir zamanda Abdullah bin Zeyd radıyallahu anha rüyasında öğretilir; o da Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme bunu anlattığında Peygamberimiz, gördüğünün gerçek bir rüya olduğunu, onu Bilal radıyallahu anha öğretmesini istemiştir. Aynı rüyayı Ömer radıyallahu anhın gördüğü de hadis-i şeriflerde rivayet olunmaktadır.
Ezanı okuyanın ve dinleyenin vazifeleri, hadis-i şeriflerde adım adım anlatılmıştır. Bizse bu noktada, ezan dinleyenin yapması gerekenlere yer vereceğiz.
[1] Sembol.
[2] Buhârî, Ezân 9, 32
[3] Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, ‘Ezan’ Maddesi
[4] Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Prof. Dr. Raşit Küçük, Riyâzü’s Sâlihîn Şerhi, Erkam Yayınları, 2015, s. 223.
Ezan Dinleyenin Yapması Sünnet Olan İşler:
- Ezanı tekrar etmek.
الله أكبر الله أكبر الله أكبر الله أكبر |
أشهد أن لا إله إلا الله أشهد أن لا إله إلا الله |
أشهد أن محمدا رسول الله أشهد أن محمدا رسول الله |
حي على الصلاة حي على الصلاة |
حي على الفلاح حي على الفلاح |
لصلاة خير من النوم) (الصلاة خير من النوم) |
الله أكبر الله أكبر لا إله إلا الله |
- Müezzinin, “Hayya ale’s-salah” , “Hayya ale’l-Felah” sözlerinden sonra
“ لَا حَوْلَ وَ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ” demek.
- Ezandan sonra Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme salâvat getirmek.
- Salavatın ardından ezan duasını okumak. Efendimiz aleyhisselam, ezan duasını yapana şefaatinin helal olacağını buyurmuştur.
اَللَّهُمَّ رَّبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَالصَّلَاةِ اْلقَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِي وَعَدْتَهُ
“Ey bu mükemmel davetin ve daimi çağrının [veya kılınacak namazın] rabbi olan Allah’ım! Muhammed’e Sana yaklaştırıcı her türlü vesileyi ihsan et, onu faziletlerle donat. Onu -Kur’an-ı Kerim’inde- vaad ettiğin övgü makamına yücelt.”[1]
- Sonra şu duayı yapmak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından tavsiye edilmiştir.[2]
وَأَنَا أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ، وَأَنَّ مُحَمدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ، رَضِيتُ بِاللَّهِ ربًّا، ، وَبِالْإِسْلَامِ دِينًا وَ بِمُحَمَّدٍ رَسُولًا.
6. Ezan okunduktan sonra dua etmek.
Enes radıyallahu anhtan rivayetle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ezan ila kamet arasında yapılan dua reddedilmez.”[3]
7. Birçok ezan sesi varsa bir tanesine icabet edilmesi yeterlidir.
…
Ezan, dinimizin en büyük sembollerindendir. Onu hadis-i şeriflerde anıldığı şekilde anmak, mü’mine düşen görevdir. Onu layık olduğu yere koymak, hesap gününde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin şefaatini ummaktır.
Rabbim, hepimizi o şefaati hak edenlerden olmak için çaba sarf edenler eylesin. Âmin.
0 Yorum