Fıkıh Öğrenmeyi Neden Daha Az Tercih Ediyoruz?

Âdem aleyhisselamdan kıyamete kadar Rabbimiz’in indirmiş olduğu sistemin adına “din” diyoruz. Rabbimiz, dini kıyamete kadar yaşasın; tabii bir zeminde korunsun istiyor. Her bir kulu ayrı ayrı çalışsın, dini üzerinde kafa yorsun istiyor.

Varlığımız, dinimizin üzerimizde hayat bulup bulmadığına dair bir imtihandan ibaret. Allah Teâlâ’ya kulluk vazifelerimizi yerine getirdiğimiz sürece Allah katında değer kazanıyoruz ve yeryüzünde ‘Allah’ diyen kalmayıncaya kadar da kıyamet kopmayacak.

Peki; dini ne zaman, nerede ve nasıl yaşamalıyız?

Kulluk yapmaya muhatap tutulmuş insanın olduğu her zamanda ve her yerde dini yaşamalıyız. Dini nasıl yaşayacağımız ise dinin sahibi olan Rabbimiz tarafından bildirilmiştir. Bu noktada başvuracağımız ilk kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Hemen akabinde hadis-i şeriflerdir ve bu iki kaynaktan beslenerek oluşmuş fıkıh, ilmihâl kitaplarıdır.

Buraya kadar bahsettiklerimizden sonra fıkıh kavramını nereye koyabiliriz? Öncelikle fıkıh kavramının ne demek olduğuna bir bakalım. Sözlükte “bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, derinlemesine kavramak” manasına gelen fıkıh kelimesi ilim, fehim gibi yakın anlamlı diğer kavramlara göre daha özel bir anlam taşır. “Bir konuyu derinden kavrayan, ince anlayış sahibi kimseye” ise fakih denir.

Muaviye bin Ebu Süfyan radıyallahu anhın rivayet ettiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Allah hayrını dilediği kulunu dinde fakih kılar.”[1]

Allah’ın kulu için hayrını dilemesi, o kişinin fıkıh bilmesidir. Allah’ın kendini seçtiği o anda kendisinden beklenen kulluğu yaşaması, anın gereğini yapmasıdır. Bu sebeptendir ki fıkıh, birilerini bilgilendirmek için değil yaratılış amacımıza uygun yaşayabilmek için öğrenilir. Dindar olabilmek, akledebilmek için; yani cennet için öğrenilir.

Fıkıh bilmek her bireyden ayrı ayrı beklenen bir kulluk göreviyse “Fıkıh öğrenmeyi neden daha az tercih ediyoruz?”

Nerede, nasıl davranmamız gerektiğini öğrenmek esasen bir nebze matematik bilmek gibidir. Fıkıh öğrenmek için aklımızı çalıştırmamız gerekir. Bu da büyük bir çabayı beraberinde getirir. Günlük meşgalelerimiz, kalbimizi oyalayan şeyler bizi bu çabayı göstermekten alıkoyar. Buna ek olarak bir tefsir, hadis dersinden aldığımız lezzeti fıkıhtan da bekleriz ama fıkıh üzerinde kafa yormadığımızda o lezzeti bize vermez. İlmihâl öğrenmek, zamanla “Bir gün yaparım!” diye diye ertelediğimiz eylemlere dönüşür. Ertelenen günlerse hiç gelmez. Oysa fıkıh bilmek; Allah’ın sisteminin üzerinde hayat bulmasını arzulayan her insanın ilk hedefi olmalıdır.

 

 

[1] Buhari 71; Müslim 1037

İlim - Fıkıh Nasıl Öğrenilir?

İlim - Fıkıh Nasıl Öğrenilir?

İnsanı cennete ulaştıracak bir rızık olan ilmin kişide yer bulması için öncelikle kişinin bu rızkı almaya hazır olması gerekir. Günahların, malayani işlerin, zihnî hantallığın ve daha sayabileceğimiz birçok olumsuzluğun kişiden arınmış olması gerekir. Bu arınmışlık da samimi bir tövbe ile olabilir.

Tövbenin hemen akabinde ilmi yalnızca Allah rızası için öğrenmeye niyet etmek, Rabbimiz’in bizi dinde ince anlayış sahibi kılması için dualar etmek gerekir.

Sağlık, aile birer nimet olduğu gibi fıkıh da bir nimettir. Rabbimiz bu nimetini, isteyen ve istediği kullarına vermektedir. Dilediği zaman da geri alabilir. Bu sebeple ilim nimetinin nasıl hakkını verebileceğimizi iyi kavramamız, dinde ince anlayış sahibi nasıl olunur yolunu yordamını bilmemiz, fakihler nasıl o noktaya gelebilmiş araştırmamız, kendimize onları rol model belirlememiz gerekir.

Gelin şimdi hep birlikte bir fakihin çalışma metodunu yakından inceleyelim ve kendimize nasıl uyarlayabileceğimizi düşünelim.

Günümüzde isimlerini sıkça andığımız ama eski devirlerde yaşamış nice fakihin fıkhın öğrenebilmesi için temel kabul ettiği üç kavram ve onların uzantıları vardı. Bu üç kavram; ilim, fıkıh ve akıldan oluşurken uzantıları ise soy, meleke ve basiretten oluşmaktaydı. Onlara göre ilim deyince o ilmin soyunun nereye dayandığı belli olmalıydı. Bir bilginin ilimden sayılabilmesi için soy şartı yani o bilginin öğrenildiği hocalar silsilesi ile Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme dayanıyor olması, kişide meleke hâlini alması, ayet ve hadislere teslim olan aklın karşılaşılan olay ve durumları basiretli bir şekilde doğruyu-yanlıştan ayırarak okuması beklenirdi. Bu üç temel şarttan sonra ilim öğrenme yolculukları başlar ve bu yolculuk şu beş başlıkla ilerlerdi: Dinleme, Okuma, Araştırma ve Ezberleme.

Dinlemeden anladıkları; soyu Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme dayanan bilginin, tıpkı direkt Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemden dinleniyormuşçasına kulaklardan içeri akmasına izin verilmesiydi.

Okumadan anladıkları; kulaklarından akan ilmin kendilerinde içselleşmesiydi. Ardından araştırma ve ezberleme derken öğrendikleri ilim, hayatlarında can bulurdu. Yukarıdaki beş sıra, aslında bizleri de ilim sahibi yapacak sıradır.

Bunlara ek olarak ilim öğrenmenin bir üslûbu vardır: İlim, ciddiyet ve disiplinle öğrenilir. Bireysel araştırma ve gayret gerekir. Aslında kulluğumuz da tüm bu gayretler ve neticesindeki tavırlarımızdır.

‘İlim-fıkıh nasıl öğrenilir?’ mevzusunu şöyle toparlayabiliriz:

  1. Nasuh bir tövbe ile arın.
  2. Hâlis bir niyet ile bu yola gir. İlmi, Allah’ın sisteminin senin üzerinde doğru bir şekilde hayat bulması için öğren.
  3. İlmin her an elinden gidebilecek bir nimet olduğunu unutma.
  4. Öğrendiğin ilmin soyunun Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme dayanması gerektiğini aklından çıkarma. Bu yüzden Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme dayanan hocalar silsilesine dâhil olmuş bir hocadan ilim öğren.
  5. Öğrendiklerinle amel et.
  6. Dinleme, Okuma, Araştırma ve Ezberleme sırasını hayatının her alanına kat.
  7. Öğrendiklerini senden sonraki nesle aktar.

 Allah Teâlâ bizleri dini üzerimizde yaşasın diye yarattı ve aslında ilim, fıkıh öğrenmedeki tüm çabamız; Rabbimiz’in dinini doğru yaşayabilenlerden olabilmek içindir.  Rabbimiz’in kâinat sisteminde, sistemi bozanlardan değil onunla uyum içinde yaşayabilenlerden olabilmek içindir.

Bununla birlikte Rabbimiz, dinini tabii bir zemin üzerinde yani yarattığı insanlar üzerinde yaşanarak korumayı murat etti. İlmihâl-fıkıh bilgisini gelecek nesillere aktarmak da dinimizin orijinal şekliyle yaşanması için bize düşen görevlerden biridir. Allah’ın sistemini yaşayıp bizden sonraki nesillerin yaşamalarına vesile olduğumuz sürece de kıyamet kopmayacaktır biiznilllah.

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap