İçine Bak

İçine Bak

           Rabbimiz kâinatı ve içindeki her şeyi insan için yaratmıştır. Diğer bir ifadeyle Allah; her şeyi insan için, insanı da kendisi için (kendisine kulluk etsin diye) yaratmıştır. Mekânlar ve araçlar, o mekânları ve o araçları kullananlarla güzelleşir veya sıradanlaşır. İnsan, eşrefi mahlûkat olarak yaratılmıştır ama bu özelliğini de insan; kendisi korumak, kollamak ve geliştirmek zorundadır… Eğer insan, bu özelliğini muhafaza edemezse yine Kur’an’ımızın ifadesiyle “esfele safilin” (sefillerin en sefili-aşağıların en aşağısı) denilen bir duruma düşebilmektedir.

            İnsanları yaradılış gayesi doğrultusunda eğitip yetiştiremezsek mekânları da güzel ve değerli bir hâle getiremeyiz. Yetişmemiş, yetiştirilememiş nesillere neyi emanet etsek eksik olacak ve gereği gibi sahiplenme ve muhafaza etme asla mümkün olmayacaktır. Bu sebeple atalarımız; “Şerefu'l-mekân bi'l-mekîn” demişlerdir. “Bir yerin şerefi, değeri orada bulunan insanlardan gelir. Bir mekânı güzel ve iyi yapan içindekilerdir.” demişlerdir.

Günümüzde “kentsel dönüşüm” sürekli gündemde olan bir husustur. İnsanlar daha ferah, daha geniş, sosyal imkânları daha fazla olan mekânlarda oturmak, yaşamak istiyorlar. O sebeple de eskimiş binalar dönüştürülmeye, yenilenmeye, daha modernleri yapılmaya çalışılıyor. Binalar yenileniyor, fiziki olarak güzelleştiriliyor ancak bu binalarda oturacak olan insanımızın gönül ve zihin dünyası maalesef yaradılış gayesi doğrultusunda dönüştürülmüyor. Bunun için de kafa yorulmuyor, çocuklar da sadece sınavlara hazırlanıyorlar. Sınavda çıkmayacak konu ve alanlar da değersiz ve gereksiz olarak görülüyor.

            Mekânlar; sahiplerinin, kullananların kalitesi (ruh ve zihin dünyası) kadar güzel ve şerefli olabilirler. Bunun için de mekânlara harcanan para ve zamanın çok daha fazlasının o mekânların içinde oturacaklara da harcanması gerekmektedir. Peki, bu nasıl olacak? Çocukların önüne hedefler koyarken sadece dünyalık değil, sadece diploma değil iki dünyalı çocuklar olmaları için dünya ve ahiret dengesini oluşturacak hedefler konulacak ve bu hedefler doğrultusunda da yetişmeleri sağlanacaktır. Dünyanın ahiretin tarlası olduğu, dünyanın içindeki her şeyin geçici ve emanet olduğu, asıl kalıcı yurdun cennet olduğu, mülkün gerçek sahibinin Allah olduğu şuuru ve bilinci gençlerin dimağlarına yerleştirilecek ve bu anlayış da eğitimle hayat tarzı hâline dönüştürülecektir. Sadece ödevlerine ve sınavlara çalışan, günübirlik hareket eden, kendi için istediğini bir başkası için de istemeyen nesillere de hiçbir mekân ve imkân teslim edilemez. Eğer edilirse de bu anlayışta olan nesiller her türlü imkân ve gücü, kendi çıkar ve nefisleri doğrultusunda kullanacak; eldeki hiçbir imkânın ve mekânın kıymetini bilmeyecek ve dünyanın merkezine sadece kendilerini koyarak egolarını tatmin etmiş olacaklardır.

Meşhur sözü bilirsiniz; “Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yoktu. Nice elbiseler de gördüm içinde insan yoktu.” Çocukluğumdan da şöyle bir söz hatırlıyorum; “Dışı forma, içini sorma!” diye. Her şeyin vitrinden ve reklamdan ibaret olduğu günümüzde, insanın şahsı ve kişiliği değil de elde ettiği mal, mülk ve imkânlar ön plana çıkıyor. Tıpkı Nasreddin Hoca’nın; “ye kürküm ye” dediği gibi bir durum söz konusu.

            İnsanın kimliğine, kişiliğine, karakterine, ruhuna ve zihin dünyasına yatırım yapılmadıkça görsellik ve gösteriş daima ön planda olacaktır. Büyük şehirlere çarık, lastik ayakkabı ile gelip koca koca binalar diken, bu binaların sahibi olan insanların olduğu bir ortama, kıyamet alametlerinin yaşandığı bir zamana geldik. Tek çeşit yemeğin yendiği sofralardan en az üç çeşit ekmeğin olduğu; neredeyse sofraların, masaların alamayacağı kadar çeşitle kahvaltı yapar hâle geldik. Bütün bu imkânlar; bizim insanlık ve kulluk kalitemizi artırıp daha çok şükretmemizi gerektirirken maalesef bir şükürsüzlük hâli ortaya çıkarmakta. Nimeti, rızkı Rabbimizden değil de kendi çaba ve gayretimizden zannettik. Bu durum da bizleri daha lüks mekânlarda yaşamaya, çok daha fazlasına layık olduğumuzu düşünmeye götürdü. Bu dünyaperest anlayışla birlikte iç dünyamıza değil de dışımıza, eşyalara ve binalara yatırım yapmaya başladık.

Çok sevdiğim bir fıkradır: Sonradan görme bir zengin oğlunu özel okula kayda götürür. Okul müdürü sonradan görme veliye; “Çocuğunuza hangi yabancı dili okutalım?” diye sorar. Donanımlı (!) velimiz de cevap verir; “Valla babam para önemli değil! En yabancısı hangisiyse siz onu öğretin.” der… Fıkra da olsa mesaj çok net. İşte gelinen bu sonuç; paradan, makamdan, imkândan vb. elde edilmiş şeylerden “kalite, değer ve şeref” kazanma çabasıdır.

            Dünya imtihan yeridir, cennete dönme yeridir. Kim dünyayı asıl mekân olarak görürse yatırımını dekora yapmış ve su üstüne yazı yazmıştır. Yatırımı iç dünyasına, ruhuna ve zihnine yapanlar da salih amellerle hem bu dünyayı mamur eder, bulundukları mekânlara şeref katarlar hem de asıl hayat ve mekân olan ahiretlerine de yatırım yaparak Rablerinin rızalarına kavuşmuş olurlar vesselam.

Selam ve dua ile…

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap