ÖLÇÜLÜ MÜ’MİN ÖLÇÜLÜ DAVET
İnsan; başta ailesi olmak üzere akrabaları, mahallesi, camisi, iş ortamı, kendisinden başka birilerinin de bulunduğu her ortam ve mekânda bir iletişim ve etkileşim içerisindedir. Rabbimiz bizleri tek başımıza yaşamak için değil birbirimizin yaması olmak, birbirimizin merhemi olmak, ayıp örtmek, yük almak ve birbirimize nasihat edip örnek olmak için yarattı.
Asıl yaratılış gayemiz elbette ki Rabbimize kul, Efendimiz sallallahu aleyhi ve seleme ümmet olmaktır. Rabbimiz Âl-i İmran Suresi 104. ayetinde; “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” diye buyurmaktadır. İşte bu asıl görevimiz olan kulluğumuzu yerine getirmeye çalışırken bizim etrafımızdaki insanlarla (özelde Müslümanlarla, genelde bütün insanlarla) ilişkilerimizin kalitesi, bu iletişim ve etkileşim süreci içerisinde Müslüman kimliğimize ne kadar sahip çıktığımız ve birlikte yaşadığımız topluma sağladığımız katkılarla doğru orantılıdır. İçinde yaşadığımız topluma değer katabilmemiz için önce her birimizin inandığımız değerleri kendi hayatımızda pratiğe geçirerek Müslüman bir kimlik, kişilik ve duruşumuzu hayat tarzı hâline getirmemiz gerekmektedir. Kalabalıklar içerisinde kaybolmamak için her zaman; kendi ruh ve gönül dünyamızı Rabbimizle birlikte tutacak ve O’nun rızasını asıl gayemiz haline getireceğiz.
Bizim dinimizde; bireysellik, kenara çekilmek, âdeta bir ruhban mantığıyla “Kendine Müslüman!” diyebileceğimiz bir mantıkla insanlardan uzaklaşıp kendi dünyasını kurup o dünya içerisinde yapay/hormonlu bir hayat yaşamak yoktur. Biz insanların içerisinde, onların sıkıntılarına katlanarak ve o sıkıntıları da çözmeye çalışarak bir hayat sürdürmek zorundayız. İşte insanlarla iletişim hâlindeyken de toplumun içindeyken de ortama, şartlara, olaylara, durumlara göre değil Müslüman ve mü’min kimliğimize göre davranmak zorundayız. Müslüman kimliğimizi eğmeden, bükmeden, eritmeden onu asıl ve tek referansımız olarak kabul edip hareket etmek zorundayız.
“Ne derler? Nasıl bakarlar? Kim nasıl düşünür?” hesapları yapmadan “Rabbim ne der?”i tek ölçü ve referans alarak insanlarla iletişimimizi sürdürmek zorundayız. Zira Müslüman; zamanın, şartların, ortamın adamı değil Allah’ın kulu ve adamıdır.
Hangi şartta? Tabi ki her şart, her ortam ve her zamanda. Ne zamana kadar? Son nefesimize ve sırattan geçene kadar mü’min olarak yaşamak zorundayız.
Bu sebeple toplum içerisinde olmak; her birimize ciddi sorumluluklar, duyarlılıklar ve farkındalıklar yüklemektedir. Toplumla bir arada olmak ama sıradanlaşmadan, yapay ve gereksiz gündemlere kapılmadan kendi gündemimizle kendi ruh dünyamızla girdiğimiz ortama göre şekil almadan mü’min kimliğimizle o ortamlarda olmak, bulunduğumuz ortamları Allah’ın razı olacağı gündem ve konulara taşıyarak orada bulunanlara kulluklarını hatırlatmak, ahireti hatırlatmak, bir nevi onları tamir etmek, yaralarına merhem olmak, uyarıcı ve tebliğci olmak demektir. Bütün bunları yaparken de usul ve üslubumuza da dikkat ederek; yapıcı, pozitif, hassas ve ince bir şekilde hareket etmek zorundayız.
Yaşadığımız topluma mesaj verirken, nasihat ederken, kısacası onlarla hemhâl olurken şu sözü de asla unutmayacağız: “İnsanların ne söylediğinden çok, nasıl söylediği de önemli.” Demek ki doğruyu, güzeli, faydalıyı sadece söylemek yetmiyor; onları söylerken takındığımız tavır ve beden dilimiz de çok şey ifade ediyor. Tavırlarımızı itici, negatif, yıkıcı ve ötekileştirici olmadan; muhatapları rahatlatıcı, tamir edici, onlara değer verdiğimizi de hissettirecek bir şekilde sürdürmemiz gerekiyor.
Hiç şüphesiz tatlı dilli ve güler yüzlü olmak, insanlara merhametle yaklaşmak; Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selemden bize kalan büyük bir emanettir. Yüreklere hitap edebilmek de ancak bu emaneti uyguluyor olmakla mümkün olacaktır. Aksi hâlde insanlar bizimle olmaktan kaçınır, bizimle aynı ortamda olmaktan sıkılırlar. Doğru, pozitif, yapıcı bir üslup; bizi yaşadığımız toplumda “aranan”, “iyi ki varsın”, “iyi ki geldin” konumuna taşır; insanları rahatlatan ve onlara değer katan bir birey hâline getirir.
Birlikte yaşadığımız, aynı ortamları paylaştığımız herkese Allah’ın selamını vermeye, onlara hayatın gerçek manasını ve yaratılış gayemizi hatırlatmaya; dünyada imtihanda olduğumuzu, dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu, asıl hayatın ahiret hayatı ve yurdu olduğunu usanmadan ve bıkmadan anlatmaya devam edeceğiz. Buna kısaca, ‘İnsanları Allah’a çağırmaya devam edeceğiz’ de diyebiliriz.
Çağrılacak tek adres Rabbimiz ve O’nun emir ve yasaklarıdır. Bir de ne kendimiz yalnız kalacağız ne de çevremizdekileri yalnız bırakacağız; hep cemaatimizle birlikte olacağız, çevremizdeki insanları da bu cemaatin içine alacağız. Bu cemaatimiz de Ümmet-i Muhammed cemaati olacak.
Rabbim hepimize İslam’ı O’nun razı olacağı şekilde anlamayı, öğrenmeyi, uygulamayı, bunları yaparken de ihlâslı ve samimi bir şekilde örnek olmayı nasip etsin.
Yaşayışımız gibi üslubumuz da güzel olsun.
Selam ve dua ile…
0 Yorum