Sorun Sorular
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bize sadece namazı veya sadece haccı, orucu değil İslam’ı bir bütün olarak bırakmıştır. O’nun mescidi mesela, sadece namaz kılınan bir yer değildi! Namaz kıldığı o camiden ordular çıkarmıştı… Evliliklerle, boşanmalarla, ticaretle, çarşıyla, doğup ölenlerle, oruçla ve namazla ilgilenmişti. Hayat neyi gerektiriyorsa onunla ilgilenmişti.
Bugün bazıları Müslümanlığımızı camiye hapsedilmiş bir olarak tanıtmak istiyorlar. Efendimiz aleyhisselamı bize, cihadı olmayan, namaz kılmayana ya da zinaya-faize ses çıkarmayan, elinde gülle dolaşan bir peygamber olarak tanıtmaya çalışıyorlar. Hâlbuki Allah’ın peygamberlerinin bir elinde gül varsa diğer elinde kılıç vardırmuhakkak. Çünkü elinde kılıç olmayan, başkasının kılıcını yemek zorunda kalır. Kaldı ki onların, güllerle uğraşacak kadar güllük gülistanlık zamanları da pek fazla olmadı! Ne Efendimiz aleyhisselamın ne ashabın hatta ne de tâbiînin… Fakat yaşadıkları dertler, Allah’ın rızasına koşmaktan alıkoymadı onları. Bu dünyadan dertleriyle ama mutlu hâlde gittiler.
Bununla beraber İslam’ın ilk gününden bugüne kadar Allah’ın salih kulları bu zorluklar karşısında çürümediler de erimediler de yılmadılar da… Çünkü biliyorlardı ki dertlerin çeşidi ne olursa olsun hep aynıdır: Rabbimizin rızasını kazanmak. Bunlar birer imtihan elbette ve bunlara çocuğumuzla da tutulabiliriz, cebimizdeki parayla da…
Fakat bütün bunların yanında dün olduğu gibi bugün de bu imtihanların en basit yerlerine takılıp kalanlar da oldu elbette ve bu takılmalar kendilerini büyük ilerlemelerden geri bıraktı maalesef. Bu durumu da onların aşamadıkları şu birtakım sorularla örneklendirebiliriz.
Müslümanlar Neden Birleşemiyor?
Deniyor ki mesela:
- İslam âlemi bir milyardan fazladır, bunca yekûn neden birkaç milyon Yahudi’yle uğraşamıyor? Köylüler iki ağaç kesilmesin diye birleşebiliyor ama Müslümanlar neden Kudüs’ü kurtarmak için birleşemiyorlar?
Evvela iki çınar ağacını dert etmekle üç büyük dinin üzerinde kavga ettiği Kudüs’ü kurtarmak aynı şey değildir. Elbette Kudüs’ün kurtarılması asırlar sürebilir. O Kudüs ki önce Hazreti Ömer radıyallahu anh aldı, sonra karşı taraf geri aldı, ardından Selahaddin-i Eyyübî tekrar aldı, bir daha geldiler, Osmanlılar yeniden aldı, onlar tekrar aldılar… Bu tıpkı bir nöbet değişimi gibidir. Aceleye gerek yok! İhlaslı ve kaliteli çalışmaya gerek var.
Âlimler Nerede?
Diğer bir örnek sorumuz âlimler hakkında. Bununla ilgili üç sorun var:
- Âlimler Peygamber’imizin vârisleri olarak takip edilecekti fakat artık âlimin kim olduğu belli değil; belli olan âlimler önderlik etmiyor; önce çıkan, konuşan âlimler de birbirlerine uyum sağlamıyor ve birlik olamıyorlar ve bu yüzden hak etmeyenler Müslümanların başında duruyor. Bu durumda biz ne yapacağız?
Bugün birçok ‘âlim isimli kimse’ olsa da hakikaten âlim olan kişi nerede… Kitap okumak ilim değildir ki. Biz Peygamber aleyhisselamın kimliği olan cihat, takva, züht, şecaat gibi bütün yönleri üzerinde taşıyan Ebu Hanife’ye, İmam Malik’e, Ahmed bin Hanbel’e âlim diyoruz. Evet, âlimler Peygamber’imizin vârisleridir ve bu varisler noktasında bir kıtlık içinde sayılırız, doğru. Ancak ümmet-i Muhammed, kaç yüz seneden beri Peygamber’in koltuğuna oturabilecek âlim yetiştirebiliyor mu? Zeki ve işe yarar çocuklar başka bilimlere veriliyor, yaramaz ve okumayacak çocuklar ise götürülüp Kur’an kursuna veriliyor ve Allah için ‘adandığı’ söyleniyor. Ya da çocuk zeki olsa da fakir olduğu için ömrünün sonuna kadar karnını doyurma derdinden kurtulamıyor bir daha… Sonuç olarak iki z meydanda yok; zenginin çocuğu ve zeki çocuk. Bu da beraberinde nitelikli alim kıtlığını meydana getiriyor. Çünkü uzun süreden beri Müslümanların gözü mühendislikte, tıpta ve şimdilerde bilgisayarda. Göz neredeyse akıbet de orada. Doktor istiyorduk, her yer doktor doldu. Siyasetçi istiyorduk, her yer siyasetçi doldu. Öyleyse sorun bizde! Ektiğimizi bulmuş durumdayız.
Neden Tek Çatı Altında Değiliz?
Bir diğer soru ise:
- Müslümanlar neden ayrı ülkeler hâlinde parçalanmış durumdadırlar? Hâlbuki mesela Avrupa için bir birlikten söz edebiliyoruz.
İslam, Güney Afrika’daki Müslüman ile Kuzey Kutbu’ndaki Müslüman’ı illa Mekke’de yaşamaya ve coğrafyalarını inkâr etmeye zorlayan bir din değildir. Coğrafya, dil, renk ve kültür farkımıza rağmen bizi bir arada tutabildiği için İslamiyet dindir. Öte yandan Müslümanların bir halifesi olursa, ümmet-i Muhammed ister beş milyar ister on bin kişi olsun, o kişi onların başı olur ve işte o zaman birlik olmuş oluruz. Bir işe beyaz mı kara mı diyeceğimizi halifemiz belirler. Yoksa orada ramazan orucu tutulur, biz burada bayram ederiz; biz burada oruç tutarken onlar orada bayram eder… Bu çok başlılığın bir sonucudur. Çünkü oradaki baş ne kadar başsa buradaki de o kadar baştır. İslam’ın bizden istediği; Kâbe’mizin, Kurban Bayramı’mızın aynı olması, düşmana karşı sözümüzün birliği, birbirimizin ekonomisine destek olmamız, menfaatlerimizi birlikte kullanmamızdır. Bitti. Birlik budur. Bu da Cezayir’le Fas’ı veya Mısır’la Libya’yı birleştirerek sağlanmaz. Hepsi tek devlet olsa ne olacak, fitne içten kaynadığı sürece.
Kötü Sistemde İyi Müslüman Olunur Mu?
Başka bir soru olarak da:
- Halifeli bir toplumda yaşamıyoruz. Demokrasinin benimsendiği bir toplumda yaşamaktayız. Böyle bir sistemde bizim iyi Müslüman olarak yaşama imkânımız var mıdır?
Elbette var. Allah’ın emrettiği şeylerin yapılması gerektiği gibi yaparkenki imkansızlıklar dahilinde tanınan kolaylıklar da var. Müslümanlığın en büyük simgesi olan namazda dahi ayakta duramayana oturması hatta hasta ise uzanması söyleniyor. İster komünist ister demokrat toplum… adı önemli değil; ben, yaşadığım toplumda Allah’ın haramlarını da farzlarını da bilirim, canımı dişime takıp haramlardan kaçar ve rıza göstermem. Fakat diyelim ki bir yerde tıkandım; o zaman dağlar gibi niyetim yeter. İçimdeki cihat aşkı yatakta ölsem bile şehit yapar beni. Ancak, nasıl olsa namaza bir esneklik getirilmiş diye canımız istedi diye oturarak namaz kılamayız. Bu yoldaki tıkanmanın gerçek bir tıkanma olup olmadığını ise samimiyetimiz ve çabamız belirliyor.
Her mümin, bütün bu sorunlar kümesine rağmen Rabbinin huzuruna, Medine-i Münevvere’de Ömer radıyallahu anhın yönettiği bir devletteki kadar kaliteli bir mümin olarak çıkabilir. Mümin, cennete girip Hamza ile, Ali ile beraber Havz-ı Kevser’de oturabilir. Bir engel varsa bu, bizi ezen sistemler değil, ezip geçen nefsimiz ve şeytandır. Aksi doğru olsaydı, Ebu Cehil’in sistemiyle yönetilen Mekke’den şehitlerin ilk kadını olarak Rabbine gidemezdi Sümeyye radıyallahu anha.
Sen Sümeyye, Ammar, Yasir olduktan sonra yaşadığın yer ister Mekke ister Medine, isterse de Moskova olsun; bir şey değişmiyor.
0 Yorum