Üç Çıra
Nureddin Yıldız Hoca'nın 20.10.2019 tarihli (367.) Hayat Rehberi dersidir.
Allah'ın Bela Vermesini Küçümseme!
Kimi zaman sinirlenen bir insanın, anne-babanın ya da arkadaş grubundan birinin karşısındakine “Allah belanı versin” dediğini duyarız. Bir insana “Allah belanı versin” derken Allah’ın kim olduğunu ve belasının neye benzeyeceğini hiç tefekkür ettik mi? Çok sinirlenmiş olmak, defalarca uyarmak acaba yine de beddua dilemeyi haklı kılacak kadar büyük bir şey midir? Bu ‘bela’ denen şeyin korkunç ötesi olabileceğini, çünkü Allah bunu yaparsa gramajla tartıp metreyle ölçmemizin asla mümkün olmayacağını düşünebiliyor muyuz?
Allah'a Ait İşleri Sıradanlaştırma!
“Cehennem, yakmak, azap etmek…” denince bir ülkenin hapishanesine düşüp elektrikli cop ile işkence görmeyle benzer bir şey mi sanıyoruz?
Cennet, ırmaklar, Allah’ın rahmeti, Allah’ın cemalini görmek, Resûlullah ile buluşmak… Bütün bunlar bize ne ifade ediyor? Köyümüzün çam ağaçlarının altındaki bahçemize mi benzetiyoruz yoksa?
Allah nimet vadediyor, bize rahmet edeceğini buyuruyor. Bunu tıpkı bir annenin çocuğunu okşayarak şefkat göstermesi gibi mi anlıyoruz?
Mahşer yerindeki uzun bekleyişten bahsettiğinde Rabbimiz, bu bekleyişi, beklemeye alışık olduğumuz şu veznede fatura ödemek için sırada dikilmelerimizle aynı mı sanıyoruz?
Kıyamet gününde sıcaktan ötürü terden sırılsıklam olup adeta boğulacağımızı söylüyor. Ağustos ayında da hava çok sıcak, deyip de yaz sıcakları mı sanıyoruz o sıcağı?
Ya da cennetteki üzümlerden bahseden, Kur’an’ın, İzmir üzümünden söz ettiğini mi sanıyoruz?
Allah’a ait işleri sıradanlaştırmamız başımıza gelen musibetlerdendir.
Çalar Saat Olmadan Uyanmak...
Hiç düşündük mü, çalar saatler son yıllarda icat edildiğine göre, Ashab-ı Kiram, ortalama sıcaklığı elli derece olan, kavurucu sıcakların olduğu yerlerde gündüz ağır tarla işlerinde çalıştıkları halde, cihad için kilometrelerce yol yürüdükleri halde gece yattıktan sonra o yorgunlukla sabah namazlarına nasıl kalkabiliyorlardı. Kalmakla da kalmayıp camiye, cemaate o kadar düzenli ve devamlı gidiyorlardı ki içlerinden herhangi biri sabah namazına geç kalacak olsa diğerleri hemen fark ediyordu. Peki, bu nasıl oluyordu? Düşündük mü hiç?
Uyanıyorlardı çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara cennet vaat ettiğinde bu vaadi “bizim hurmalıklar gibi yeşil bir yerdir herhalde” diye zannetmiyorlardı. Allah’ın eşi benzeri olmadığı gibi onun cennetinin de eşi benzeri yok, dedikleri bir cennete iman ediyorlardı. Bu iman, bu hassasiyet doğuştan gelen bir şey değil! Onların önemli bir çoğunluğu içkicilik ve başka türlü berbatlıklarla dolu hayatlar yaşayan kişilerdi. Fakat bu geçmiş onların imanlarının ve yakinlerinin gücüne engel olmadı!
Cennet ve Cehennem Burnumuzun Dibinde!
Gençliğinde Allah’tan utanan biriyken torunları olduğunda hadisleri dinlediği zaman ayak ayak üstüne atan birine dönüşmenin hangi cüretle yaşanabildiği kendi içimizde ve ailemiz içinde konuşulabilir. On sekiz yaşındayken korktuğumuz şey yirmi beşinci yaşa geldiğimizde esnemekte, çoluk çocuk sahibi olana kadarsa unutulmaktadır. Şeytan becerip kuvvet ve yoğunluğumuzu düşürmekte, cehennem dendiği zaman titreyen ellerimizi yerinde sabitlemektedir. Bu, müminin bir nevi akıl tutulmasına yakalanmasıdır; akıl varken kullanamamak. Hâlbuki cennet de cehennem de burnumuzun dibinde ve ölür ölmez gerçek olacak bir şey değil midir?
O'nunla Buluşma Ümidi...
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile cennette buluşma ümidi, cehennemin ürkütücülüğünden daha etkili bir uyarı olmalıdır bizim için. Onun ne büyük bir buluşma olacağını düşünerek hayatımızı dizginleyebilmeliyiz. İnsanoğlunun efendisiyle buluşabilmek ve Havz-ı Kevser’in suyunu onun elinin uzattığı tastan içebilmek… Bunu tasavvur etmek Müslüman’ın uykularını kaçırmaya yetmelidir. Yalnızca cehennem korkusuyla ilerlemek bir nevi çocuk tesellisidir; nihayetinde müjdenin etkisi, ateşin tehdidinden güçlü durmalıdır.
Fabrika Ayarlarımıza Dönelim!
Hadis kitaplarımızdan Müslim, Tirmizî ve Nesaî’de rivayet edilen bir hadis-i şerifi müminler olarak fabrika ayarlarımızı hatırlatmada uyarıcı olarak kullanabiliriz. Her Müslüman kendini kontrol ve idare konusunda bu hadis-i şeriften yardım alabilir.
Efendimiz aleyhissalatu vesselamın vefatından sonra uzun yıllar yaşayan Ebu Hureyre radıyallahu anh, o senelerden birinde, mescitte oturuyorken uzaktan gelen biri yanına yanaşmış ve “senden rica ediyorum, bana bir dostundan söz naklet” demiş. Ebu Hureyre “olur” dedikten sonra derin bir nefes çekmiş ve konuşamamış. Bunun üzerine adam ricasını tekrarlamış. Ebu Hureyre yine “olur” dedikten sonra yine konuşamamış.
O zat bu hadiseyi anlatırken Ebu Hureyre’den bir hadis yahut söz söyleyerek ona nasihat etmesini üçüncü defa rica ettiğini, uzaklardan gelen biri olduğunu söyledikten sonra Ebu Hureyre’nin bir “ah!” çekip yere yığıldığını naklediyor. Hemen o mübarek sahabiyi kaldırmış ve başını yasladıktan sonra ayılmasını beklemişler. Kendine geldikten sonra şöyle söylemiş:
Bir gün Resûlullah ve ben burada yalnızdık. Bana “Ebu Hureyre, sana bir şey anlatayım mı?” buyurdu, ben de onu şimdi size anlatacağım. Resûlullah aleyhisselam şöyle buyurdu:
Ebu Hureyre, Allah’ın cehennemi ilk tutuşturacağı üç kişi kimdir biliyor musun? Çok Kur’an ezberleyen, ömrü Kur’an okuyarak geçen bir adamı Allah huzuruna çağıracak ve ona, “Kulum, dünyadayken ben sana kitabım Kur’an’ı ezberleyecek ve gece-gündüz okuyacak imkân vermemiş miydim?” buyuracak. O kul, “vermiştin ya Rabbi” diye cevap verecek. Allah Teâlâ da “sen ne yaptın peki?” buyuracak. Adam, “okudum ya Rabbi, hafız oldum” deyince, Allah Teâlâ o kuluna “yalan söylüyorsun!” buyuracak ve orada hazır bulunan melekler de “yalan söylüyor ya Rabbi, okurdu ama sesi güzel densin, harçlık verilsin ve insanlar ‘maşallah’ desinler diye okurdu” diyecekler. O adamın boynu bükülecek.
Ve Allah Teâlâ, “nimetimin karşılığında bana değil insanlara gösteriş yaptın, şimdi o insanların bulunduğu yere git” diyerek onun cehenneme atılmasını emredecek. Cehennemi tutuşturacak ilk çıra bu kişi olacak. Demek ki cehenneme girecek ilk insan iyi bir hafız-hoca-âlim kişi olacak.
Ebu Hureyre radıyallahu anh devam ederek Allah Teâlâ’nın ikinci olarak huzuruna bir şehidi çağıracağını anlatıyor. ‘Allah yolunda ölmüş’ o kişiye de dünyadayken verdiği nimetler karşılığından ne yaptığını soracak. O kişi, “kanlarım üzerimde ya Rabbi, senin yolunda şehit oldum” diye cevap verince Allah ona da “yalan söylüyorsun, sen benim için şehit olmadın!” buyuracak ve orada bulunan melekler dahi “evet ya Rabbi, bu senin için şehit olmadı, oraya şu şu amaçlarla gitmişti, isabet aldı ve öldü” diyecekler. Allah Teâlâ, “benim için iş yapanlar şimdi cennette, senin gözüne girmeye çalıştıkların ise cehennemde, sen de oraya git” diyecek ve ‘şehit’ de cehenneme atılacak.
Üçüncü bir kul huzura çağrılacak ve Allah ona da “Dünyada çok kimseye vermediğim kadar mal verdim mi sana?” buyuracak. Adam cevaben “verdin ya Rabbi” deyince Allah ona onca malla ne yaptığını soracak. Adam, “ya Rabbi, senin meleklerin de şahittir, bütün akrabalarıma sıla-i rahim yapar, ihtiyacı olanları gözetir, zekâtımı hiç eksik etmez, sadakalar verirdim” deyince, Allah ona da “yalan söylüyorsun” buyuracak, “onları ben nimet verdim diye, rızamı kazanmak için yapmadın!” İnsanların gözüne girmek, forslu olmak için yaptığı işlerden ötürü onun cehenneme atılmasını emir buyuracak.
Hacca giderken dahi gösterişin hatta neredeyse bando takımıyla uğurlanmanın dahi normal sayılabileceği kadar sessizlik ve tevazunun kaybolduğu bir toplumda, kabul edilip edilmediği ve oradayken büyük günahlara girip girmediği belli olmayan bir hac ibadeti bile bu kadar sulandırılmışsa hadis-i şerifin bahsettiği akıbete uğramak kuvvetle muhtemel demektir. İhlası kaybolmuş ibadet, plastik çiçek gibidir. O kokmaz, tabiî değildir.
Çıra Olma İhtimali...
Ebu Hureyre (radıyallahu anh) kendisinin o çıra vazifesi görecek üç tür insandan biri olduğu ihtimalinden korkuyor. Biz de bu hadisi okuyoruz ama onun gibi etkilenmiyoruz; çünkü ondaki iman ile bizdeki aynı kuvvette değil.
Bu nedenledir ki mümin namazı Allah için kıldığı, sadakayı Allah için verdiği gibi eşine de Allah için tebessüm eder. Eşi dudağını bükse bile onun mantığı “zaten eşi istediğinden değil, Allah böyle emrettiğinden dolayı tebessüm etmek” mantığıdır. Allah’tan karşılık beklediği için de ecrini Allah’tan alır. Zira önemli olan işi kim için yaptığıdır, gerisinin önemi yoktur. İbadetler sadece Allah için ve onun şeriatına uygun yapıldığında değerlidir; Rabbimiz azze ve celle, neyi, nasıl, nerede, ne zaman istediyse onu istenilene uygun yapan kişinin kulluğuna kulluk demektedir. Bizim keyfimize göre belirlenen kulluk ise çılgınlıktan başka bir şey değildir.
Nitekim hadis-i şerif, “dünyada ihlassız, riyakâr ve başkalarına gösteriş için ibadet edenlere kıyamet günü Allah, ‘benim ortağa ihtiyacım yoktu ki insanları bana ortak ettin’ buyuracaktır” diye haber vermektedir. (1)
Çiğdem
Canım hocam Rabbim sizden razı olsun İnşallah
Cevapla