Unutma

Unutma

Unutmadım Rabbim!

Ezan okundu kulağıma doğduğumda. Müslüman bir ailede dünyaya geldim. Ben büyürken ninemin “Sübhanallah” zikri yanıbaşımdaydı. İyi kul olmam için gereken şartlar benim için önceden oluşturulmuştu sanki. Alarm sistemi kurulmuş  gibi her hata yaptığımda devreye giren birisi muhakkak olurdu. Yanlışlıkla örtüm kayıp düşse başımdan “Aman yavrum saçını görmesin eller” diye tatlı tatlı nasihat ederdi büyüklerim.

Elinde Kur'an'dan başka bir şey görmedim dedemin. Arkadaşlarım dedelerinin sopalarından bahsederdi.  Ben köşe bucak sopa arar da bulamazdım. Şekersiz bir güne uyanmadım dedem varken. Karşılığında bana “subhaneke” duasını okuttuğu o şekerlerin tadını sonra hiç bulamadım. En kaliteli çikolatada bile...

Ev ahalisi sabah namazına kalkardı. Ben de bensiz eğleniyorlar mı diye merak ederdim. Gözlerimi yarım açar, yorganın altından onları izlerdim. Çocuktum. Uykudan daha tatlı bir şey vardı; o da oyundu. Daha sonra uyanıp gizliden onları seyretmek oyun hâline gelmişti benim için. Çok sürmedi. Babam bu durumu fark edince beni de kaldırmaya başladı o vakitte. Ne olduğunu çok iyi kavrayamasam da namaza öyle başladım. Camiye gittiğim ilk gün annem ağlamıştı mutluluğundan. Oysa sadece “elif” harfini öğrenebilmiştim o gün.

Annemin o gözyaşlarını hiç unutmadım Rabbim!

Müslümanlığın, imanın, mü’min olmanın ne demek olduğunu anladığımda (ki hâlâ anlamaya çalışmaktayım) Rabbimin bana dünyada verilebilecek en güzel şeyi verdiğinin de farkına vardım. Çünkü imanla doğmuş olmak ilk vefa borcudur insanın Rabbine. Ve kıymet bilmek en çok mü’mine yaraşır. Namaz kılmak ayrıdır, namaz kılıyor olmaya şükretmek ayrı. Hem şöyle kalbinden gelerek “ Âlemlerin Rabbine hamd olsun!” diyebilmek herkese nasip olmuş mu? Kaç insan bihaberdir Rabbinden, hiç düşündün mü? Kulun Rabbine borcu bitmez ki! Kim diyebilir “Ben hesabımı kapattım.”  Kim bir nefesin hakkını hakkıyla verebilir?

Bundan birkaç yıl önce okuduğum bir kitapta burunsuz bir karakter ile karşılaşmıştım. Uyandığı sabahların birinde burnunun her zamanki yerinde olmadığını görmüştü. Hikâye sonrasında kahramanın burnunu arama maceraları ile devam ediyor. Fakat asıl bize gerekli olan nokta burası. Burunsuz bir güne uyanmak! Pencerenin kenarında özenle büyüttüğüm çiçekleri artık koklayamayacak olmak. Fırından çıkan taze ekmek kokusunu duyamamak. Çiçeği burnunda bir annenin, yavrusunun kokusunu alamaması. Ne kadar değerliymiş bir burun!

Unutmadım Rabbim! Benden burnumu almadın. Unutmadım.

Şu dünyada kimin kapısına kaç kez gidebilirim? Bir ömür nazımı niyazımı kim çeker? Bana verilen bunca şeyi kimden isteyebilirim yüzsüzce? Kim feda eder bana bir kolunu?

İstemeden verdin Rabbim! Kapından kovmadın. Unutmadım.

Öksüz bir arkadaşım vardı küçükken. Onunla oynardım hep. Aynı yemeği yer, aynı giysileri giyerdik. Bir gün oyuna doyamadım saati epey geçirmiştik. “Annem babam merak eder” deyip oyunu bitirmek istedim. Bu sözleri söylememiş olmayı isterdim. Gözlerinden akan iki damla yaş benim kalbime kurşun olmuştu. Hâlâ acısını hissederim. Çocuktum, aklım ermedi o zamanlar. Nereden bilecektim annesizliğin acısını? Beni annem pencere kenarında beklerdi hep. Koca kız oldum, evlendim; hiç değişmedi bu. Ama ben de unutmadım annemi. Şimdilerde arkadaşlarıyla kahve muhabbetine dalıp “Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” sözünü sosyal medyada paylaşıp onu beklemekten beli bükülmüş anasını hatırlamayanların inadına unutmadım annemi.

Unutmadım Rabbim! Bana bir anne verdin.

Büyüdüm. İnsanların boşlukta sallandığı bir zamanda ilim denen o arkadaş ile tanıştım. Bana yüz vermedi önceleri. Ayak bileklerimi kavramış prangalar yüzünden olduğunu söyledi. Zor oldu onları çekip almak. Ama vazgeçtim hepsinden. Kendi ellerimle söküp attım. İşte o zaman göz kırparak geldi yanıma. En iyi arkadaşım oldu o. Beraber nice vakitler geçirdik. Her şeyi o öğretti bana. Bazen kızdı, bazen azarladı, bazen dövdü. Nasihat etti. Benim gibi birçok arkadaşla tanıştırdı beni. Onlar bana “kardeş” dediler. Yardım ettiler. Sevdiler. Yarışa soktu beni onlarla. Terletti. Her şeye rağmen onunla kopmayacak bir bağ ile bağlandık. Çoğu zaman korkuttu beni. Ağlattı. Yine de hep onun yanına attım kendimi. O beni sakinleştirdi.

İlim bana yol gösterdi. Yol oldu. En iyi arkadaşım oldu. Unutmadım Rabbim!

“Şu dünya üzerinde en kıymetli, imanı verdin; şükürler olsun. Beni onsuz bırakma Rabbim! “Ahlakımı vefa ile güzelleştir!” diye Rabbime dua ediyorum ve böyle olmanın hayalini kuruyorum. Nankör olmayan, yaşamanın hakkını veren, kullara minnet etmeyen ama yapılan iyiliği de unutmayan biri olabilmenin hayalini. Zaten dünyaya gelmenin amacı bu değil mi? Unutmamak. Rabbini unutmamak. Sana verdiklerine nankör olmamak. O’na verdiğin sözü aklından çıkarmamak.

Karakterimiz vefadır! Vefa unutmamaktır! O mü’minin karakteridir. Çünkü mü’min en rahat anında olsa da haramla dolu bir yerde yaşamak zorunda kalsa da Rabbini unutmaz. Rabbini hep hatırında tuttuğu için de anasını unutmaz. Hocasını unutmaz. Komşusunu unutmaz. Dostunu unutmaz. Ölümü unutmaz.

Ben “Unutmadım Rabbim” dedikçe O hep hatırlar!

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap