Vakıflara Ne Kadar Vâkıfız?

Vakıflara Ne Kadar Vâkıfız?

               Arapça bir kelime olan vakıf, sözlükte; “durma, durdurma, hareketten alıkoyma” manalarına gelmektedir. Istılahta ise bir malı belirli bir gaye için “alıp satılmaktan” ebedî olarak alıkoymak, Allah yolunda vakfetmek ve gelirini kamu yararına harcamaktır. Vakıflar, toplumdaki mevcut gelir farklılıklarının giderilmesi, sosyal yardımlaşmanın sağlanarak fertler arasındaki gelir dağılımının dengelenmesi ve sosyal huzurun sağlanması bakımından büyük önem arz etmektedir.

               Yardımlaşma prensibinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını gördüğü­müz vakıflar, İslam ülkelerinin tamamında sayılamayacak kadar çok ve önemli hizmetler ifa etmektedir. İnsanlığın mutluluğunu amaçlayan merhamet, şefkat ve sevginin müesseseleşmiş şekli olarak da görmekteyiz. Vakıfların kurulmasının en temel amacı; topluma katkı sağlamak ve insanlara hizmet vermektir. Toplumda daima kaynaştırıcı ve birleştirici rol oynayan vakıfların önemi çok büyüktür.

               Kur’an-ı Kerim’de vakıf kavramını ve kurumunu doğrudan çağrıştıracak bir ifade yer almamakla birlikte Allah yolunda harcama yapmayı, fakir, muhtaç ve kimsesizlere infak ve tasaddukta bulunmayı, iyilik yapmada ve takvada yardımlaşmayı, hayır ve yararlı işlere yönelmeyi öğütleyen birçok ayet-i kerime Müslüman toplumlarda vakıf anlayış ve uygulamasının temelini oluşturmuştur.

 “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça gerçek iyiliğe ulaşamazsınız.”[1]

"Hayır işleyin ki kurtulabilesiniz."[2]

"İyilik ve fenalıktan sakınma hususunda birbirinizle yardımlaşın."[3]

“Onların aralarındaki gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Yalnız sa­daka yahut iyilik ya da insanlar arasını düzeltmeyi emredenin konuşması müs­tesna. Kim Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla bunu yaparsa yakında ona bü­yük bir mükâfat vereceğiz.” [4]

               Zikredilen ayet-i kerimelerde de görüldüğü gibi hepsi de bizleri hayra ve Allah yolunda yine O’nun rızası için mallarımızı infak ederek hayırda yarışmaya davet etmektedir.

               Vakıfların hicretin ilk asırlarından itibaren İslam toplumlarının sosyal, kültürel, iktisadi hatta siyasi hayatında çok önemli bir yer aldığı bilinen bir husustur.

               Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin vefatının ardından vakıf kurma geleneği Hulefa-i Raşidin döneminde de devam etmiştir. İstisnasız bütün halifeler “Vakfın en makbulü, kurulduğu devir açısından en çok ihtiyaç duyulan şeyi karşılamayı kendisine hedef olarak tayin eden vakıftır.” düsturunca Müslümanların o günkü ihtiyaçlarına ve önceliklerine göre çeşitli vakıflar kurmuştur.

               Tarih boyunca hayatın bütün alanlarını kapsayacak ve halkın her türlü ihtiyacını imkân dâhilinde karşılayacak farklı vakıflar kurulmuştur ve kurulmaya da devam etmektedir.

 

                Vakıf hizmetini sadece insanla sınırlandırmamak gerekmektedir. Maddi bir beklenti olmaksızın her türlü canlıya hizmet etmek adına faaliyetler yürüten kurumlar olarak görebiliriz. Bununla ilgili olarak bilhassa Selçuklu ve Osmanlılarda olağanüstü bir işleve kavuşan vakıfların, hayatın bütün alanlarıyla ilgili hizmetler yaptıklarını görebiliyoruz. Osmanlı’da vakıf duyarlılığı o kadar çok zirveleşmiştir ki cami, mektep, kütüphanelerin yanında divitinde mürekkep kalmayanlar için “Mürekkep Vakfı” tesis edenler bile bulunmuştur. Sokak hayvanlarına ekmek veren vakıf, halka sebze ve meyve verilmesi, yolların bakım ve onarımı için vakıf, şehirlerdeki yol ve sokakların temiz tutulması, caddedeki tükürük ve balgam gibi insanı tiksindiren şeylerin temizlenmesi amacıyla kurulan vakıflar vardı. Güzel yazı öğreten vakıf, evde hasta bakmak için kurulan vakıf gibi sayılamayacak kadar pek çok alanda vakıflar kurulmuştur.

               Vakıflar; sadece sıkıntı içinde bulunan fakirlere yardım, yol, cami, köprü, tekke vb. hayra sebep olan müesseseleri yapmakla sınırlı değildir. Biz umumiyetle vakıf işlerini fakirlere erzak dağıtmakla sınırlı tutabiliyoruz. Daha geniş bir açıdan bakarak vakıf kavramının altını doldurmaya çalışırsak göreceğiz ki vakıf mantığı, Allah yolunda ve insanların maddi manevi hizmetlerinde ömür tüketmek üzerine kuruludur. Deyim yerindeyse yapılması gereken ne ise onu yapmaya kendini adayanlara “Vakıf Adam” diyebiliriz. Bir şeyi vakfetmek; mülkiyetini Allah’a, kullanımını insanlara devretmek ise bu anlamdan yola çıkıldığında mecazi olarak insanın kendisini vakfetmesi yani “Vakıf Adam” olmasıdır. Vakıf adı altında yaptığımız her şey şeytanın karşısında çalıştığımız bir harekettir.

               Vakıf kavramını zihnimizde yeniden şekillendirecek olursak Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin “Kim kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir Müslüman’ın sıkıntısını giderirse Allah da onun mahşer günü sıkıntısını giderir.”[5] hadis-i şerifini gönüllerimize ve zihinlerimize yerleştirmeliyiz. İnsanlığın gidişatını dert edinerek insanlığın nerede ihtiyacı varsa orada olabilmeyi hedefleyerek ve bu minvalde çalışarak “Vakıf Adam” olabiliriz. Yeter ki bizler vakıf kavramını daraltarak sadece dört duvardan oluşan bir müesseseye sıkıştırmış olmayalım. “Vakıf Adam” olmak herkes için fırsattır ve bu kapı herkes için açıktır.

                Unutmayalım ki Rabbimiz “Siz; insanlar için çıkarılmış, insanlığa adanmış bir ümmetsiniz.”[6] buyuruyor.

               Bir mü’min olarak vakıf adamlığın peşinde koşarken bize yardımcı olacak zihnimizde canlı tutmamız gereken ilkelerden bazıları:

  • Vakıf adam olan mü’min, yaptığı işin karşılığını Allah’tan başkasından beklemez. Allah’tan başkasına yönelmez, iltifat beklemez.
  • Yaptığını Allah için ve ibadet anlayışıyla yapar. Bu ibadeti de basit görmez. 
  • Görevleri arasında ‘önemli ve öncelikli’ sıralaması yapmalıdır.
  • Yumuşak gönüllü olup simasından tebessümü eksik etmemelidir.
  • Kardeşi için fedakârlıkta bulunan isar sahibi olmaya gayret eden olmalıdır.

 

               Vakıf müesseselerinde dikkatten kaçmaması gereken hususlar:

  1. Töhmet ve sıkıntı alanlarından uzak kalmak esastır. Kendi içinde haklı ve güvenli olmak yeterli değildir.
  2. Müslümanlar arasındaki tartışmalı konulardan uzak durulmalıdır.
  3. Hatadan dönmek fazilettir. Hatayı söyleyen de kardeşlik yapmıştır.
  4. İtidal bütün işlerde bereketin anahtarıdır.
  5. Görev isteyen değil görev için aranan mü’min olmak gerekir.
  6. İstişare mü’min karakterimizdir. Özgüvenle istişare arasında bir denge kurulmalıdır.
  7. Haramla hayır olmaz. Haram bulaştığı kadar bereketi giderir. Haramların sebepleri de haram gibidir.
  8. Vakıf ve dernek yetkilileri; yaşadıkları ülke şartlarını, dünyanın gidişatını bilmek zorundadırlar.
  9. Her vakıf veya dernek yaptığı işle alakalı fıkıh kaidelerini öğrenmeli ve ilkeleştirmelidir. Bunun için gerekiyorsa bir fıkıh uzmanını bünyesinde bulundurmalıdır.
  10. Allah’a isyan olan bir işte kula itaat yoktur. Yönetimdekiler ve alttakiler birbirlerine karşı bu ölçü çerçevesinde itaat bağı ile bağlı olmalıdırlar.
  11. Vakıf hizmetlerinde bir kere hainliği görülüp belgelenen kişi başka hiçbir bölümde görevlendirilmemelidir.[7]

               “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.”[8] ve “İnsan ölünce üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlat.”[9] hadis-i şeriflerini hatırlayarak “Vakıf” ve “Vakıf Adam” an­layış ve şuurunu canlı tutarak hayatımızı idame ettirmek ümidiyle…

 

 

 

[1] Âl-i İmran Suresi, 92. ayet-i kerime

[2] Hac Suresi, 77. ayet-i kerime

[3] Maide Suresi, 2. ayet-i kerime

[4] Nisa Suresi, 114. ayet-i kerime

[5] Buhari,Mezalim,3.

[6] Âl-i İmran Suresi, 110. ayet-i kerime.

[8] Buhari, Mağâzî 35

[9] Müslim, Vasiyye 14

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap