Aksa Tufanı'na Yeniden Bakış
Değerli kardeşlerim, söyleyeceğim sözler yalnızca hepsi bir bağlamda düşünülünce anlaşılabilir. Dolayısıyla videoyu izleyecek kişi sonuna kadar izlesin; hepsini izlemeyecekse hiç izlemesin.
Kardeşlerim! Kırk gündür beni takip edenler bilir ki Aksa Tufanı operasyonu gerçekleştiği zaman ben bu operasyonu bütün kalbimle destekledim, mutluluğumu dile getirdim ve muhalifi olanlara karşı da gerekli cevapları vermeye çalıştım. Peki şu anda sonradan oluşan yıkım ve ölümlerle gelinen noktada fikrimizi ve duruşumuzu korumalı mıyız, yoksa duygusallığı bir kenara bırakıp akılla düşündüğümüzde oluşan yeni gündeme göre yeni düşünceler mi benimsemeliyiz? Aksa Tufanı acaba birkaç Müslüman’ın kuşatma altındaki bütün bir halkı eşit olmayan bir çarpışmaya doğru sürüklemesi miydi? Eğer böyleyse bizim duruşumuzu yeniden ve daha derin düşünmemiz gerekmez mi? Gerçekten bu bir zafer miydi yoksa zararı kârından fazla olan bir iş mi?
Bu soruların cevaplarını bilmemiz büyük önem arz ediyor. Böylelikle yaşadığımız çağda “cihat” ilkesine mümkün şartlarda bakıp “Destekler miyiz yoksa karşı mı oluruz?” ve “Mü’minler için örnek midir yoksa uzak durulması gereken bir hata mı?” sorularına cevap bulabiliriz.
Aksa Tufanı harekâtını farklı açılardan ele alarak aşağıda yer alan altı başlık altında inceleyeceğiz.
1) Bu harekât, Allah’ın dinine uygun meşru bir harekât mıydı?
2) Harekâtın bugüne kadar geçen sürede ortaya çıkan sonuçları.
3) Harekâttan önce Gazze halkının göreceli de olsa yaşadığı refahın kaybolması.
4) Gazze halkından bazılarının harekâtın bedelini gördükten sonra eleştirel bir tutum benimsemesi.
5) İran’ın bölgedeki konumu ile alakalı önceden yaşananlar.
6) Bazı kişilerin yeterli maddi eşitlik olmadan düşmanla mücadeleye girişmeyi doğru bulmaması.
Bunları sırasıyla açıklayalım:
- Bu Harekât, Allah’ın Dinine Uygun Meşru Bir Harekât Mıydı?
Aksa Tufanı’nın meşru olduğunu herkes kabul eder diye düşünüyorum ve harekâtın her Müslüman’ı memnun ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Hatta içinde operasyonun sonuçlarına dair hafiften korku barındıran Müslümanlar dahi temel olarak bir mutluluk yaşamıştır.
Aksa Tufanı meşru ve doğruydu. Zira -bazı kardeşlerin dediği gibi- bu savaş Allah’ın değerli kullarının, yeryüzünün en aziz bölgelerinden birindeki en berbat kimselere karşı yürüttükleri, en açık hak ile batıl savaşlarından biriydi. Savaşın amacı da Allah’ın dinini yüceltmek ve kâfirlerin batıl dinini sindirmekti.
Aksa Tufanı doğruydu. Zira Allah, “Saldırıya uğrayanlara, zulme maruz kaldıkları için savaş izni verildi. Allah onları muzaffer kılmaya elbette kâdirdir.”[1] ve “Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın.”[2] buyurmuştur. Aklı olan herkes de bilir ki mücahit kardeşlerimiz cihat için ellerinden geldiği kadar hazırlık yapmışlardı.
Aksa Tufanı doğruydu. Zira karşıdaki düşman; Müslümanlar’ın yurdunu işgal etmiş, kanlarını dökmüş ve mukaddesatını çiğnemişti. Bu durumda cihadın farz oluşu, temelinde görüş farklılıklarının bulunabileceği bir şey değil. Aksa Tufanı doğruydu. Zira operasyonu yöneten kardeşlerimizin de belirttiği gibi -ki bize göre bu kardeşlerimiz bütün kâfirlerden, münafıklardan ve işi yalan olan medyadan daha dürüsttür- Siyonistler Gazze’ye saldırmak için zaten hazırlık yapıyorlardı. Mücahitler erken davranıp düşmana saldırdılar ve kayıp verdirdiler. Bu da gelmesi muhtemel saldırıya karşı bir şekilde tedbir olma özelliği taşıyabilirdi.
Öyleyse temel itibariyle Aksa Tufanı’nın doğruluğu konusunda anlaştığımızı düşünüyorum. Ama bir dakika… Bir işin doğru olup olmadığını anlamak için sonuçlarına bakmamız gerekmez mi? İşte şimdi ikinci noktaya geçiyoruz.
- Harekâtın Bugüne Kadar Geçen Sürede Ortaya Çıkan Sonuçları
Mücahitlerden bir grubun; bilançosu binlerce Müslüman’ın ölmesi, evlerin yıkılması, evlerde oturanların göçe zorlanması ve hastanelerde açlık ve susuzluktan yavaş yavaş ölüme itilmesi olan bir işe kalkışmak gibi bir hakkı var mıdır? Sorulması gereken soru şu: Acaba bu sonuç Aksa Tufanı operasyonunun kesin sonu mu? Yoksa durum daha farklı bir şekilde cereyan edebilir miydi? Müslüman ülkelerde Siyonizm’i, uluslararası düzeni ve yardakçılarını ezen güçlü bir diriliş ruhu oluşması gibi… “Yok ya, böyle bir sonuç oluşması pek mümkün gözükmüyordu!” diyenlere soruyoruz, bu mümkün değil mi? Madem mümkün değil, o zaman neden bütün küfür düzeni aşağılık Siyonist hareketin yanında duran bir konum aldı? Uluslararası düzen neden bir anda aşırı tepki verdi? Neden Müslümanlar’ın duygularını sömürmek gibi bir uğraşa bile girmeksizin verdikleri bütün sözleri bir kenara atarak açıkça savaşa girdiler? Bu imkansız ise neden Siyonist hareket, ailelerden ciddi baskı olmasına rağmen yüzlerce esirin hayatını hiçe sayarak aklını oynatmış gibi saldırıyor?
Sonuç farklı olabilirdi ve Aksa Tufanı bölgedeki bütün kirleri temizleyebilirdi! Peki buna ne engel oldu? Buna engel olan şey, küfür bekçilerinin Gazze’deki kardeşlerimize karşı yeniden harekete geçmesi oldu. Ayrıca Gazze’deki kardeşlerinin hazırlık yapıp elinden geldiği kadarıyla cihat için kendilerini geliştirdikleri kadar buna özen göstermeyen Müslüman toplum buna engel oldu. Görevini yapmayanın sorumsuzluğundan doğmuş sonuçtan ötürü görevini yapan kişiyi eleştirme ve Aksa Tufanı’nı belirleyici olmayan sonuçlara göre değerlendirme! Bir iş ya doğrudur ya da değildir. Rasûlullah ﷺ’e bile Allah, “Eğer gaybı biliyor olsaydım elbette bundan çok faydalanırdım, başıma kötü bir iş de gelmezdi!”[3] demesini emrediyorsa, Gazze’deki kardeşlerimiz operasyonun sonuçlarının ne olacağını nereden bilebilirlerdi ki? Uhud Savaşı sonucunda Müslümanlar büyük bir yara aldılar. Peki bu sonuç onların savaşmalarının yanlış olduğunu mu gösteriyordu? Tabii ki hayır!
Bu konuları konuşurken şunu da iyice bilmemiz lazım: Statista’ya göre yedi Arap devletinin sadece 2021 yılı içerisindeki askeri harcamaları 88 milyar dolara ulaşmış. 88 milyar dolar! Bu paralar ümmetin paraları. Bunlar Müslüman halkların paralarıdır ve Siyonistler’in istedikleri yerlere değil, Müslüman halkların korunmasını sağlayacak yerlerde harcanmalıdır. Asıl şu soruyu sormalıyız: Müslümanlar’ın paralarıyla satın alınan silahları, mazlum Müslüman halklara yardım etmek için kullanmayı engellemenin hükmü nedir? Elindeki imkânları kullanarak cihat görevini yerine getirmeye çalışanı eleştirmektense bu soruyu sormak daha mantıklı olur.
Aksa Tufanı’nın başlangıçta bir zafer ve başarı olarak ortaya çıkıp sonraları zaferin kaybolduğunu da kimse zannetmemelidir. Böyle bir şey söz konusu değil, asla! Aksine, eğer bu uygulamayı sonuçlarına göre değerlendireceksek, Aksa Tufanı Ümmet-i Muhammed’in tarihindeki en büyük kazanımlarından biridir. Bu kazanımlardan bazıları şunlardır:
- Dünyevi zevklerin içinde kaybolmuş bazı gençlerin dirilmesi.
- “Velâ ve berâ (Mü’minlerin dostu, kafirlerin düşmanı olmak)” akidesinin kalplere yerleşmesi.
- Kâfirlere kin duyma ve onların gücünü zayıflatma ki bu konuda hâlâ tarihin sayfalarına şanlı hikâyeler yazılmaya devam ediliyor.
- Kâfirlerin ve münafıkların gün yüzüne çıkması
“Tâ ki ölenin niçin öldüğü, yaşayanın da niçin yaşadığı apaçık ortaya çıksın!”[4]
- İnsanların birçoğunun İslam'a girmesi.
- Halkların birçoğunun Siyonist rejimin ve onu destekleyenlerin gerçek yüzünü tanıması.
Üstelik bununla beraber milyonlarca insanın, iman ettiğimiz bu büyük dinin gerçek yaşanış şeklini Gazze halkının sabrında görmesi ki bu, bize verilen ama çoğu zaman unuttuğumuz görevimiz ve üzerimize yüklenen farzın ta kendisidir!
“Siz insanlar için gönderilmiş en hayırlı ümmetsiniz.”[5]
Umudum odur ki bütün bu mükemmel işlerin sevabını Gazze halkı alacaktır. Gazze’de öldürülen kardeşlerimiz Allah’ın izniyle şehittir. Yaralanan, aile fertlerini kaybeden veya malı telef olan kişiler, sabrederlerse Allah onlara daha güzellerini verecektir. Onlar kaybetmediler. Gerçekte kaybeden ve Allah’ın gazabına uğrayacak olan, onlara yardım etmeye gücü yettiği hâlde yapmayandır. Bundan da beteri yardım yapılmasına engel olandır!
“Peki, tamam; bu söylediklerin belki kabul edilebilir ama Gazze halkı Aksa Tufanı’ndan önce tam olmasa da belli bir ölçüde refah içinde yaşıyordu. Evet açık hapishaneydi ama sonuçta yiyip içiyorlardı ve namazı rahatça kılıyorlardı. Şimdi bu da gitti!” diyorsanız, işte bu noktada başlangıçta bahsettiğimiz üçüncü konuya geçiyoruz.
- Harekâttan Önce Gazze Halkının Göreceli de Olsa Yaşadığı Refahın Kaybolması
Aksa Tufanı'ndan önce Gazze’yi takip edenler bilirler ki Gazze tehlikenin tam kıyısındaydı; dini, çocuklarının fıtratı ve ahlakı konusunda büyük bir tehlikenin kıyısı… Gıda ve yardımlar Gazze’ye geliyordu ancak gönderenler BM, onun yavruları ve Batılı ülkelerin güdümündeki kurumlar idi. Bunlar bu “yardımları” yaparken CEDAW[6] ve “toplumsal cinsiyet” eşitliği zehirlerini de içeri sokuyorlardı. Böylelikle de yavaş yavaş Gazze halkının dinini bitirme adımlarını atıyorlardı.
20 Eylül 2023 tarihinde, yani Aksa Tufanı’ndan yaklaşık iki hafta önce, “Gazze Halkı ve UNRWA’nın[7] Prensipleri” başlıklı bir video yayınlamıştım. Bu videoda bahsettiğim üzere UNRWA* Gazze’deki öğretmenlerin geneline hitap eden bir kitap yayınlıyor ve bu kitapta özetle şöyle diyor: “Ey Gazze halkı! Çocuklarınızın gayrimeşru işlerin içinde olmasına alışın ve kabullenin. Hatta ey öğretmenler! Sizler de bunları çocuklara öğretin, anne-babadan koparın onları. Kur’an’ınızı ve dininizi bir kenara atıp şöyle deyin: ‘Birleşmiş Milletler’i ve onun yeni dinini duyduk ve itaat ettik!’” Abarttığımı düşünenler isterlerse UNRWA’nın yayınladığı kitaba bakabilir ve ne derece iğrenç olduklarını kendi gözleriyle görebilir.
Gazze, Filistin’de birçok kurum ve derneğin “dinden uzaklaştırma ve yumuşatma” politikalarına en fazla maruz kalan bölgeydi. Operasyon başladığında bu kurumlar ve dernekler farenin kaçtığı gibi Gazze’den kaçtılar. Kendileri, dini ve ahlaki olarak tahribat için ellerinden geleni yaptılar. Onları gönderen Batılı ülkeler de yarım kalan misyonlarını, onların binalarını tahrip ederek ve katliamlarla tamamlıyorlar. Gazze açtı ve kuşatma altındaydı. Gazze’ye yardım eden Müslümanlar töhmet altında bırakılıyordu ki Gazze’ye girecek her ekmek tanesi bu pis kurumların himayesinde girsin. Bu sırada da CEDAW mantığında hareket eden kurumlar istedikleri şantajı yapıyorlardı. Ayrıca bazıları da Allah’ın şeriatına ve dinine dil uzatarak eşcinselliğin yayılması, ahlaksızlığın ayyuka çıkması için çalışmalarını sürdürüyorlardı. Bunlara karşı kalkan olması için biz de “Filistin fıtratla savaşa karşı çıkıyor!” başlıklı bir yarışma düzenlemiştik. Özel olarak Gazze, genel olarak da Filistin halkına yönelik bir uygulamaydı bu. Gazze, Aksa Tufanı’ndan önce de komploların odağıydı. Gazze halkı, orada Allah’a davet eden hocalar ve mücahitler ciddi bir şantaj belasıyla karşı karşıyaydı. Üstelik bu şantaj fırtınası da son yıllarda, özellikle son aylarda hep artarak devam ediyordu. Aksa Tufanı bütün bu pislikleri temizledi. Gazze’deki fareleri yuvalarından çıkardı. Cinsiyet eşitliği ve dine düşmanlık gibi, Gazze halkının ekmeği karıştırarak yiyemeyeceği bu zehirlerin hepsi Aksa Tufanı’yla beraber bölgeden çıkarıldı. Gelecekleri fasıklıklarla karartılmaya çalışılan Gazze’deki yavrularımız, şu anda ruhlarını Allah yolunda feda eden yiğitler haline geldiler.
“Ne zaferinden bahsediyorsunuz? İnsanlar yiyor, içiyor, çocuklar okula gidiyorlardı!” diyeni gördüğünde şunu söyle: Peki halkın temiz fıtratı, ahlakı ve ahireti ne olacak? Sen sakın, Allah’ın “Onlar dünya hayatının sadece görünen yüzünü kısmen bilirler, ahiret hakkında ise tamamen gaflet içindedirler!”[8] dediği kimselerden olmayasın!
Peki Aksa Tufanı operasyonu yapılmasa ve Gazze halkı oluşturulmak istenen çirkin gündeme boyun eğseydi ne olurdu? Yalnızca dünyevi rahatlık açısından bile güvende olabilirler miydi? Gazze’deki kardeşlerimize güvenli koridorlar açtığını söyleyen Siyonistler, insanları o yollara gönderiyor ve sonra da acımasızca onları bombalıyor. Gördüğümüz videolar insanın aklını başından alacak cinsten! Bazı mücrim Siyonist askerlerin çektiği videolarda, askerlerden birinin 78 yaşındaki Gazzeli bir amcaya yardım ettiği gösteriliyor. Çekimden sonra da başından ve göğsünden vurarak şehit ediliyor. Aksa Tufanı operasyonu yapılmasaydı sanki Gazzeli kardeşlerimize eziyet etmeyi bırakacaklar mıydı? 2006 yılında, henüz Gazze’de ne savaş ne de Aksa Tufanı varken ailesiyle piknik yapmak için Gazze sahiline giden kızın, İsrail savaş gemisinden açılan bombardıman sonucu gözleri önünde ailesinin katledilmesini unuttuk mu? Kızın çığlıkları hâlâ kulaklarımızı inletiyor! O zaman ne savaş ne de Aksa Tufanı vardı! Bu adiler kendileri dışında herkese zarar vermeyi görev edinmiş durumdalar.
“Ama bir saniye… Bazı Filistinli kardeşler bile sonuçlarını gördükten sonra Aksa Tufanı operasyonuna itiraz etmediler mi? Arabiya Kanalı da bunları yayınladı üstelik!” diyorsanız, işte bu noktada dördüncü konuya geçiyoruz.
- Gazze Halkından Bazılarının Harekâtın Bedelini Gördükten Sonra Eleştirel Bir Tutum Benimsemesi
Evet, doğru. Zaten böyle olması (böyle bir tutum sergilemeleri) gerekiyor. Zira Gazze halkı Rasûlullah ﷺ zamanındaki insanlardan daha hayırlı değil ki! Rasûlullah ﷺ zamanında Ebu Bekir, Ömer ve cesur sahabiler vardı. Ancak aynı toplumda kâfirlerle karşılaşıp cihat etmeyi istemeyen kişiler de vardı. Rasûlullah ﷺ onları Bedir için sefere çıkmaya çağırdığında bazıları bundan hoşnut olmadı. Allah olayı şöyle açıklıyor: “Gerçekleşecek zafer belli olduktan sonra, onlar savaş konusunda seninle sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi tartışıyorlardı.”[9] Peygamberin toplumunda imanı zayıf olanlar vardı. Aynı toplumda münafıklar vardı ve şöyle diyorlardı: “Bizim bir tercih hakkımız olsaydı burada (Uhud Savaşı’nda) böyle öldürülmezdik!”[10]
Bu sözlerle amacım, Gazze’de sıkıntı içinde olup Aksa Tufanı’nın sonuçlarını beğenmeyen ve şikâyetvari tavır takınanları küçümsemek asla değil. Rabbim onlara yardım etsin. Bize de onlara yardım etmeyi müyesser kılsın. Bütün dünya, Gazze halkının genelinin en harika örnekliklerden birini canlandırdığına şaşkınlık içinde şahit oldu ve bu da bazı kâfirlerin İslam’a girmesine bile vesile oldu. Ancak birçok iğrenç medya grubu, “cihat” ilkesini yıkmak için yalnızca kendi istedikleri konuları gün yüzüne çıkarmaktadır. “Ya İyad hocam, bütün bunlara eyvallah diyeceğim ama ortada aydınlanmayan bir nokta var: Hamas hareketinin; İran, Hizbullah/Hizbullat ve Müslümanlar’a büyük eziyetler etmiş merkezlerin yardakçıları ile alakalı tutumları konusunda ne diyeceğiz?” diyorsanız, işte şimdi de beşinci konuya geçiyoruz.
- İran’ın Bölgedeki Konumu ile Alakalı Önceden Yaşananlar
Kardeşlerim, şunu belirtmeliyim ki ben bu tutumları şiddetle eleştiriyorum. Bunun meşru bir uygulama olmadığını ve tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini düşünüyorum. Önceden de böyle düşünüyordum ve hâlâ fikrimi değiştirmedim. Ancak şu anda savaş Hamas’ın savaşı değil, İslam’ın ve batılın savaşıdır. Müslümanlar’ın ve kâfirlerin savaşı…
Siyonistler Gazze’de akşam ve yatsı namazını korkudan dolayı cem ederek kılan insanları hedef alarak cami bombalıyorsa, orada Hamas’ın savaşından bahsedilemez; bu İslam’ın ve batılın savaşıdır! Eşlerini ve çocuklarını kaybetmenin acısına tahammül edenler, düşmana karşı göğsünü gere gere çarpışanlar ve “Mücahitler iyi olsun, bizi iyiyiz!” diyen yaşlı kadınlar, bu fedakârlıkları İran’ın Şiilik projesi için yapmıyorlar herhalde! Bu asla akıllarına bile gelmiyordur!
Allah’a hamd olsun ki söz konusu şer odakları Gazze’yi bir başına bırakarak gerçek yüzlerini açık etmişlerdir. Geçmişte de şu anda da gelecekte de duruşumuzu koruyacağız! Biz zalimin övüldüğü, Rasûlullah ﷺ’in sünnetine düşmanlık beslenen ve Müslümanlar’ın arasına ayrılık sokan hiçbir tutumu kabul etmeyeceğiz! Müslüman olduktan sonra Filistinli, Suriyeli veya Iraklı olmanın bir önemi yok; hepimiz bir ümmeti oluşturuyoruz. Aramızdaki bizi bölen sınırların hiçbir değeri yoktur. Biz Rasûlullah ﷺ’in sözlerine iman ediyoruz: “Mü’minlerin kanları eşdeğerdir. Mü’minler kendileri dışındakilere karşı tek vücuttur.”
Yüce Allah’a niyazımız odur ki Aksa Tufanı operasyonu, bu konularda yanlış duruş sahiplerinin hatalarının bağışlanmasına vesile olur. Bundan sonra da böyle davranışlar görmemeyi umut ederiz. Bu görüşlerimizi demokrasi, milliyetçilik ve iki devletli çözümü savunan kesim ile alakalı da paylaşıyoruz. Şu anda mücahitleri düşmana karşı mücadeleye iten şey bu “değerler” değildir. Kafalarındaki motivasyonun kaynağı da bunlar değildir. Gazze’deki kardeşlerimiz demokratlık veya milliyetçilikten dolayı mı sabrediyor ve kendilerini feda ediyor? Onların çoğunun gayesinin Allah’ın dinini yüceltmek olduğunu düşünüyor ve böyle inanıyoruz. Allah’ın dininin galibiyeti; aynı zamanda onların haklarını alabilmeleri, işgal edilmiş topraklarının kurtarılması ve izzetli bir yaşama kavuşabilmeleri anlamına geldiğinin bilincine göre hareket ettiklerini düşünüyoruz.
Kardeşlerimizin bir kısmı karışık niyetler taşıyıp hem demokrasi hem de dini saiklerle mücadele veriyor olabilir. Bize düşen görev; hem onlara hem de kendimize niyetimizi yalnızca Allah rızası ile temiz tutmayı hatırlatmak, Allah’ın Şeriatına yardım etmeyi ve O'nun hükmünü yeryüzünde hâkim kılmayı gündemimize sokmaktır. Hataları var diye kardeşlerimizi tamamıyla yüzüstü bırakmak ve Rasûlullah ﷺ zamanında münafıkların kullandığı şu sözü kullanmak, bizim vazifemiz değildir: “Allah bana yardım etti, iyi ki onlarla beraber savaşa gitmemişim.”[11]
Peki ileride doğru olmayan bir yola girilse, Aksa Tufanı meşru olmayan bazı tavizlerin önünü açarak Gazze’deki Müslümanlar’a dünyevi veya uhrevi faydası olmayacak bir dönüşüm geçirirse ne olacak? Meydana gelen yeni durumlar beraberinde farklı tavırları da getirir. Şu anda bize düşen, varsayımsal olan bu ihtimalleri gerçekleşmiş gibi düşünüp tavır alarak onları yüzüstü bırakmak değil, kardeşlerimize elimizden geldiğince yardım etmektir. Şimdi altıncı konuya geçiyoruz.
- Bazı Kişilerin Yeterli Maddi Eşitlik Olmadan Düşmanla Mücadeleye Girişmeyi Doğru Bulmaması
Bazıları böyle bir operasyonun yeterli eşit maddi güç olmadan yürütülmesinin doğru olmadığını düşünüyorlar. Anlayış ve karakter sahibi herkes için şu ana kadar söylediklerimizin ikna olmaya yeteceğini düşünüyoruz ancak ayrıca şunları da ekleyebiliriz: İslam ve batıl arasında savaş başladığı an, eleştiri ve analiz yağmurlarının bittiği andır. Bunun aksini yapmak, Müslümanlar’ın ilerleyişini engellemek ve sarf edilen çabaların sonuçsuz kalmasına sebep olmak demektir. Şu an bütün çabalarımızın kardeşlerimize yardım için aynı yerde toplanması gerekir. Eleştirilerin ve ithamların hepsinin de onlara yardım etme imkânı varken yapmayan, üstelik bir de düşmanlarına destek olan kişilere yöneltilmesi lazımdır.
Şu an Müslüman saflarda olacak herhangi bir dağınıklık münafıklar için kazançtan başka bir şey değildir. Konuşmalarıyla dikkat çekmemiş ve böylece mücahitlere yardım eden kişileri, gönüllerden ve kalplerden kolaylıkla düşürme fırsatı bulmuş olurlar. Mazeretleri de hazırdır: Genel olarak toplum zaten bunu benimsiyor! Ey eleştiren! Allah’tan kork, Allah’tan kork!
Bir de toplumda Aksa Tufanı’nı gerçekleştirenlerden nefret eden, onlara beddua eden ve aynı zamanda da sürekli Müslümanlara komplo kuran efendilerine övgüler dizip onlara saygılı bir tavır takınan bir kesim var. Hatta bu insanların çok güzel sakalları bile olabilir. Üstelik bir de bu fikirlerinin Allah’ın dininden ilham aldığını bile söylüyor olabilirler. Bu kişiler münafıkların karakter özelliklerine benzeyen ciddi işaretler taşımaktadır. Münafıklar, Rasûlullah ﷺ’i ve Mü’minleri Uhud’da yarı yolda bırakmışlardı: “Onlara gelin Allah yolunda savaşın yahut kendinizi korumak için savunmada kalın denilmişti.”[12] Müslümanlar aleyhine komplo kurup onların düşmanlarıyla ittifak kuranların bu uygulamalarını meşru gibi gösterdiler: “Kalplerinde hastalık taşıyanların, Ehl-i Kitâb’ın dostluğunu kazanmaya çalıştıklarını görürsün.”[13] Sonrasında da Müslümanlar’ın başına bir musibet geldiğinde tıpkı Uhud’da münafıkların dediği gibi “Bizi dinleseler öldürülmezlerdi!”[14] dediler. Üstelik bir de kendi başlarına felaket geldiğinde Mü’minlere ve Rasûlullah ﷺ’e, “Bu da senin yüzünden!”[15] derler.
Tabii ki bu örnekleri zikrederken hiçbir cemaati ya da örgütü, Rasûlullah ﷺ’e ve onunla beraber olan Mü’minlere benzetmiyorum. Değinmek istediğim nokta münafıkların İslam’ın ruhuna ve cihada dair duydukları hoşnutsuzluk. Yarı yolda bırakma, komplo, fitneyi yayma ve mücahitleri eleştirme…
Son olarak şunları söyleyebiliriz ki kardeşlerim, “Aksa Tufanı'na Yeniden Bakış” dediğimizde anlamamız gereken şey şudur: İlk bakışını koru, kardeşlerine yardım için hak üzere kal! Şunu bilin ki Allah’ın düşmanları cihat akidesinin ve İslam’ın izzetinin Müslüman halklarda canlanmaya başladığını görmekteler. Yeryüzüne düşen her bomba ile tam olarak kalplerde yeşerecek olan bu dirilişi ve akideyi yıkmayı amaçlamaktadırlar. Böylelikle Aksa Tufanı örnek alınacak bir uygulama olmaktan çıkacaktır. Zira Allah’ın yolundan çeviren her bozguncu fasık için Aksa Tufanı gibi örnekler büyük bir tehdittir!
Dayanın, mücadele edin; münafıklara, fitnecilere ve imanı zayıf kalıp Allah’a gerçekten teslim olamamış kimselere kulak asmayın! “Sabret; Allah’ın vaadi kesindir ve mutlaka doğrudur. Buna tam ve kesin imanı olmayanların tavırları sakın seni endişeye sevk etmesin!”[16]
Allah kardeşlerimize yardım etsin, başlarına gelen felaketlerin yükünü hafifletsin, düşmanlarını yok etsin ve o düşmanları kendi kurdukları tuzaklarda boğsun!
[1] Hac, 39.
[2] Enfâl, 60.
[3] A’râf, 188.
[4] Enfâl, 42.
[5] Âl-i İmrân, 110.
[6] Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi.
[7] Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı.
[8] Rûm, 7.
[9] Enfâl, 6.
[10] Âl-i İmrân, 154.
[11] Nisâ, 72.
[12] Âl-i İmrân, 167.
[13]Mâide, 52.
[14] Âl-i İmrân, 168.
[15] Nisâ, 78.
[16] Rûm, 60.
0 Yorum