Allah'ın Hayır Dilediği Kullar

Yolların en doğrusu, en faydalısı, en güzeli ve insanlığa yapılacak en önemli hizmetin en gereklisi dinde fakih olmaktır.

Fıkıh; Peygamberimiz Resûlullah aleyhisselamın varisleri olan âlimlerin mesleği, ilimlerin özü ve ibadetlerin en büyüğüdür. İzzet sahibi olma yolunda basamak, kalpleri ve basiretleri aydınlatan bir nur; gönülleri ferahlatan, anlayışları süsleyen, yolları aydınlatan mutluluğun sembolü; sahibine muhabbet kazandıran, onu en iyi şekilde bilene hayran bırakan en büyük güzellik; mevhibe, özetle ilmin denizlerine daldıran, Allah’a yaklaştıran dünyevi ve uhrevi ilimlerin tamamıdır.

Fakihler ise en büyük rütbeleri hak eden, Allah’ın seçtiği, Rabbani özelliğe sahip, muttaki kullar, hidayet yollarının imamları, ender kişilerdir. Asr-ı Saadet’ten bugüne Allah onlarla bu ümmeti nasiplendirmiş ve insanların süsü kılmıştır.

فَقِهَ- يفقَه” sigasından gelen fıkıh kelimesi; ince anlayış, bir konuda derin bilgi sahibi olmak, bir şeyin özünü, din hükümlerini iyice bilmek, Şer’î ilimlerin en üstünü anlamına gelmektedir.[1] Fakih ise fıkıh ilmine sahip olan kimse demektir, çoğulu fukahadır. Delilleriyle Şeriat’ın temellerini ve ahkâmını, emirleri ve nehiyleri bilen, kıvrak ve çabuk kavrayış sahibi olan âlimlerdir.

Müçtehit, Şer'î hükümleri delillerinden çıkarma yetkisi ve ilmine sahip olan kimsedir. Müçtehit olmayan bir fakihe diğer müçtehitlerin söz ve fetvalarını nakil ve hikâye etmesi sebebiyle mecazen müftî, sorulan İslami bir meseleye fakîh bir kimsenin verdiği cevaba ise fetva denir.”[2]

“Peygamber aleyhisselam ile beraberlikleri sayesinde Allah ve Resûlü'nün maksadını çok iyi anlamaları sebebiyle sahabe neslinden müçtehit olan fakihlerin sayısı bir hayli çoktur. Ancak kendilerinden hüküm ve fetva nakledilen müçtehit sahabe sayısı yüz otuz kadardır. Bunlardan yedi tanesinin fetvaları birer kitap olacak kadar çoktur. Bunlara “el-Fukahâu's-Seb'a” denir ki bu yedi fakih şunlardır: Ömer b. el Hattâb, Ali b. Ebi Tâlib, Âişe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer radıyallahu anhum.

Medine'de sahabenin elinde yetişen yedi meşhur tabiîn devri fakihleri de şunlardır: Saîd b. el-Müseyyeb, Urve b. ez-Zübeyr, el-Kasım b. Muhammed, Ebû Bekir b. Abdirrahmân, Ubeydullah b. Abdillah, Süleymân b. Yesâr, Hârice b. Zeyd b. Sâbit rahimehumullah”[3]

İlk iki nesil ve sonraki dönemlerde Müslümanların fakihleri Allah’ın dilemesiyle yetişmiş, dindeki ince anlayışı insanlara öğretmişlerdir. Sonraki süreçte de Kur’an ve Sünnet’i en berrak şekilde anlayan, insanların dosdoğru bir dini yaşamaları için ilim yolunda fedakârlıklar gösteren fakihler gelmiş; ilmi yarına aktarmışlardır.

 

[1] https://www.almaany.com/ar/dict/ar-ar/%D9%81%D9%82%D9%87/ (Mu’cemu-l Mea’ni el-Cami’, Mu’cemul vasit, Lisanu’l-Arab), Erişim Tarihi: 11.02.2021,

Mutluluğun Alameti

Mutluluğun Alameti

Hayatı itidal yani dengeli olarak yaşamak, mutlu olmanın en büyük formüllerinden biridir. Fıkıh kişiye itidalin ne olduğunu ve nasıl elde edileceğini öğreten ilimdir. Bu yüzden fıkıh dolaylı olarak mutluluk vesilesidir, sahibine haşyet duygusu verir.

Dinde fakih olmak, Allah’ın seçkin kullarına lütfettiği bir özelliktir ve bu lütfun dünyada da ahirette de oldukça büyük sorumlulukları vardır. Ümmetin sorumluluğunu taşıyan bu nadide kişiler ilmiyle amel eden, öğrenen ve öğreten kişilerdir. Fıkıh bilgisi ile dünya-ahiret dengesinin nasıl sağlanacağını, Rabbimiz’in istediği kulluk vazifelerinin aşırıya kaçmadan ya da ihmal edilmeden hayatın bütününde nasıl uygulanacağını kavrayan fakih bir âlim, dengeli yaşam kılavuzudur. İslam’ı dengeli bir şekilde hayatımızda yaşamak mutluluğun formülü olduğu için fakihler mutlu insanlar oldukları gibi Müslümanlar’a da kalp huzuru ve mutluluğun yolunu öğretme, onlara bu şuuru verme vazifelerinin bilincindedirler. Kalp huzuru ve mutluluk, kulu Allah’a en çok yaklaştıran alametlerdendir. Mutlu ve huzurlu bir toplumun temellerini atıp insanlara güzel ahlakı aşılamak fakihin ümmete verdiği en büyük hizmetlerdendir. Efendimiz aleyhisselamın duasının tecellisi olan bu seçilmiş kişiler toplumların da huzur ve bereket kaynağıdır.  

Bu mesleğin ilk temsilcilerinden olan Abdullah bin Abbas radıyallahu anh en meşhur sahabelerdendir ve Efendimiz aleyhiselamın duasının tecellisi, Allah’ın kendisi için hayrı nasip ettiği kişidir. Resûlullah aleyhisselam “Allah’ım! Onu dinde fakih kıl.”[1] diyerek kendisine dua etmiş ve bu şerefli mertebenin başı ve taşıyıcısı olmuştur.

Yine bir başka hadis-i şerifte faydalı ilim olan fıkhı bilmenin mutluluk alameti olacağına dair Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Allah kimin için hayır murat ederse onu dinde fakih kılar."[2] Resûlullah aleyhisselamın verdiği bu müjde, Allah’ın sevdiği kulları için en büyük delillerdendir.

Kim dinde fıkıhla rızıklandırılırsa Allah ona büyük bir fazilet bahşetmiştir. Bu mevhibeye ulaşmak âlimin sadece çalışması ve mücadelesiyle değil Allah’ın dilemesi ve o kişiye lütfetmesiyle gerçekleşecek bir durumdur. Kıyamete kadar da Allah bazı kullarını seçecek ve onlara fıkhı öğrenmelerini nasip edecektir.

İbn Abbas radıyallahu anhın vurguladığı şu olaydaki sözleri de fıkıh öğretmenin faziletini ortaya koymaktadır: “Ali el-Ezdî cihada gitmek istediğini söyleyince İbn Abbas radıyallahu anh ona şöyle demiştir: ‘Senin için cihattan daha hayırlı olan bir şeyi sana göstereyim mi? Bir mescide gidersin, orada Kur'an okutursun ve fıkıh öğretirsin.’”[3]. Yine Ebu’d Derda radıyallahu anh: “Bir saat fıkıh öğrenmem bana geceyi kıyamla geçirmekten daha hayırlıdır” demiştir.[4]

Ashabın kalbinde tat bırakan, dile hikmet olarak dökülen fıkıh öğrenme zevki, onların neyden mutlu olduklarını en açık şekilde özetlemektedir.

 

[1] Buhari, Kitabu’l-Vudu’, 143

[2] Buhari, Kitabu’l-İlim, 71

Fakihler Allah’ın Rabbani Kullarıdır

Fakihler Allah’ın Rabbani Kullarıdır

Kitap ve Sünnet’e sımsıkı bağlı, iyiliği emredip kötülüklerden sakındıran, ilmiyle amel edip basiret sahibi olan, gizlide ve açıkta Allah’ın murakabesinde olduğunun şuuruyla yaşayan ve O’ndan haşyet duyan fakih kimseler Allah’ın Rabbani kullarıdır.

“Hadislerde fakihin tanımı yapılırken yalnızca din bilgisi ve derin anlayışla yetinilmemiş, bir kimseye fakih denilebilmesi için onun dünyaya düşkün olmaması, Allah’tan korkması, sabırlı ve soğukkanlı olması, insanları Allah’ın rahmetinden ümit keser hâle getirmemesi gibi niteliklere sahip bulunması gerektiği de kaydedilmiştir”[1]

Yine Allame müfessir Abdurrahman b. Nasır es-Sa’di rahimehullah demiştir ki: “Rabbaniler yani âlimler; ilmiyle amel eden, insanları Peygamberlerin yoluna yönlendirmeye çalışarak onları en güzel şekilde eğiten muallimlerdir.”[2]

Resûlullah aleyhisselamın duasına muhatap olmakla Allah’ın şereflendirdiği, kendilerini terbiye edip cennet diyarlarında yaşamak için çalışan bu kimseler; ümmetin bireylerinin de kurtuluşunu arzulayan bunun için çalışan Rabbani adamlardır. Onlar ümmetin meseleleriyle ilgilenip Allah’ın emirlerine uymada kulları teşvik eder, güzel amellere yönlendirmeye çalışarak fazilete çağırır, insanları fasıkların sohbetlerinden uzak tutmaya çalışırlar. Zihin karışıklığı ve fikir karmaşasından insanları korumaya çalışarak selef-i sâlihînin yolunu işaret eder, zihinleri berraklaştırırlar. İnsanları Allah’tan korkmaya ve O’na saygı duymaya teşvik eder, ahiret korkusunu ve cennet arzusunu canlı tutarlar.

O hâlde ilim öğretenlerin maksadı; rızıklandığı bu müjde sayesinde amel etmek, başkalarını irşat etmek, faziletleri aşılayıp yasaklardan korumak olduğu gibi ilim öğrenen kişinin maksadı da Allah’ın seçtiği kullarının peşinden giderek onları öncü edinmek, kıyamet günü onlarla dirilmek arzusunda olmalıdır. Bu kimseler, ümmetin az olan kullarındandır ancak onları sevmek ve onlarla dirilmek arzusu da Rabbimiz’in bize sunduğu güzel bir seçenek ve kurtuluş yollarındandır.

 

 

 

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap