Bedenimiz Emanet, İmtihanımız Yemek
Allah Teâlâ’nın her nimeti, şükrü gerekli kılar. Peki, şu geçici dünyada ayakta kalmamızı sağlayan beden nimetinin şükrü nasıl yerine getirilir? Beden deyince aklımıza sadece ellerimiz, gövdemiz ve bacaklarımız mı geliyor? Her uzvun milyonlarca hücreden oluştuğunu hatırlatayım öyleyse. Bir bedeni tamamlamak için yaratılan 30-40 trilyon hücre... Her hücrenin içinde yine farklı yapılar, DNA’lar… İnsanın aciz gözünün göremediği, tam da bizi oluşturan incelikli yapılardan bahsediyorum. Bir düşünelim, 30 trilyon hücreyi bize verseler birleştirebilir miydik? Birleştirdik diyelim, organların düzgün çalışmasını sağlayabilir miydik? Ya da bedenin nefes almasını… Daha da önemlisi; yaşamasını...
Kendi düzenini kendisi kurduğunu sanan insan, verilen her nimetin hakkını ancak şükürle verebilir. Allah’ın verdiği her nimeti Allah Teâlâ’nın razı olduğu şekilde kullanarak da ellerimizi açıp dua ederek de şükrederiz. Sağlık da bir nimet, onu da Rabbimiz verir. Öyleyse sağlığımız için de bir şükür aksiyonu gerçekleştirmemiz gerekir. Bedenimize iyi bakarak, onu zararlılardan koruyarak ve ihtiyacını vererek emanetimize sahip çıkmak isteriz.
Hayatı baştan sona ibadet hâline çevirmek isteyen bir mü’min, şu kısacık ömrünü kaliteli geçirmeye gayret gösterir. Tabi ki nefsimiz boş durmaz, “Biraz daha oturabilirsin çok hareket etmene gerek yok”, “Toksun ama taze poğaça kokularını kim geri çevirmek ister ki!”, “Çikolatadan bir parça yetmez bütün paketi bitir...” gibi kulağa tanıdık telkinleri her gün yenisiyle vermeye devam eder. Böylece görmezden geldiğimiz basit meselelerle bizi istek ve hazlarımız için yaşamaya sevk eder. Çünkü nefis ve şeytan, dünyada hazzın ve rahatlığın tadını çıkarmamızı telkin ederek biz fark etmeden dünyevi zevklerin esiri olmamızı ister.
Tükettiğimiz rafine unlar, rafine şekerler, glikoz-früktoz şurupları anlık alınan hazzı artırır ve stresimizi geçici olarak azaltır. Mesela; börek, pasta, hamur işleri, gofret, bisküvi, paketli abur cuburlar, beyaz ekmek, makarna gibi besinleri zevk için yediğimiz zaman tüm dertlerden kurtulmuşuz gibi hissederiz. Bu zevk ve rahatlama hissi en fazla iki saat sonra kaybolur. Sonra tekrar aynı stres azaltıcı yöntemi kullandığımızda ipin ucu kaçmaya başlar. Dünya imtihanının verdiği stres, yemekle atılmaya çalışıldığında ise daha fazla imtihanla karşılaşmak kaçınılmaz olur. Bu yeme döngüsü rutine döndüğünde sindirim problemleri yaşanır; enerji azalır, karın yağlanır. Böylece yataktan zor kalkar ve odaklanmakta güçlük çekeriz. İlerleyen zamanda iç organlar alarm verecek ve kronik hastalıklar oluşmaya başlayacaktır. Genelde dış görünüş bozulunca ya da iç organların alarmından sonra müdahale vaktinin geldiği düşünülür. Oysa bunların başa geleceği bilinse de yalnızca hoşa gittiği için bu kötü beslenme alışkanlıklarından vazgeçilmez.
Yaptıklarımızın getireceği sonuçları düşünerek davranmak, irademizi tam anlamıyla kullandığımızı gösterir. İrade kullanıldıkça özgüven artar, başarmak mutlu eder. Belki de yeme alışkanlıklarımızın getireceği sonuçlarının farkında bile değilizdir. İrademizi bu konuda kullanmak adına ilk önce neyi, ne kadar, ne zaman, nasıl, nerede yediğimizi tespit edelim. “Ben ne pişirip yiyorum?”, “Midem rahatsız olana kadar yiyor muyum?”, “Gece vakti hiç bir sebep yokken buzdolabını açıp yemek yiyor muyum?”, “Vücudumun sıvı ihtiyacını karşılamak için gün içinde su içiyor muyum?”, “Hazmın kolaylaşması için lokmaları iyice çiğniyor muyum?” gibi soruları kendimize sorarak neleri iyi yönde değiştirebileceğimizi fark edelim. Elbette herkeste farklı bir durum söz konusudur. Yavaş yavaş değişimi gerçekleştirerek beden emanetine sahip çıkma hissiyatını yaşayalım.
O zaman midemize iyi bakma vaktimiz gelmiştir. İşe; nasıl yapıldığını bile bilmediğimiz yapay ürünleri, onlarca işlevi olup bize emanet edilen midemize almamakla ya da tüketimlerini azaltmakla başlayabiliriz. Mesela; her gün yediğimiz iki paket abur cuburu, ilk önce bir pakete düşürüp daha sonra 2 günde bir pakete; daha sonra haftada bir pakete düşürerek alışkanlıklarımızda farklılıklar yapabiliriz. Bu alışkanlık abur cubur değil de akşam yemeğinde rahatsız olana kadar yediğimiz üç tabak yemek de olabilir, yine yavaş yavaş azaltabiliriz. Gazlı içecekleri; karaciğere, mideye, böbreklere, bağırsaklara zarar verdiğini bildiğimiz için içmeyi bırakabiliriz. Gazlı içecek düşkünlüğümüz varsa yerine sade mineralli maden suyunu koyabiliriz. Yapmamız gereken şey; bize emanet edilen bedenimize zarar veren alışkanlıklarımızı tespit etmek ve en zararlılardan başlayarak yavaş yavaş bu alışkanlıklardan kurtulmaya çalışmak… Elbette 20 yılda edindiğimiz alışkanlıklarımızı bir hafta içerisinde değiştiremeyiz. Fakat sadece üç ayın sonunda dahi olumlu yönde değiştiğimizi hissedebiliriz. Bunun için en büyük yardımcımız çokça sabır ve dua ile kendimizi değiştirme niyetimizdir.
Sağlıklı bir hayat için vücudumuza zarar verenleri çıkarırken gerekli olan besinleri de hücrelerimizin kullanımına sunmalıyız. Zaten vücudun ihtiyacı karşılanmadıkça zarar verenleri azaltmak pek fayda sağlamayacaktır. Yeryüzündeki trilyonlarca çeşit bitki, hayvan (helal olanlar) bu ihtiyacımızı sağlar. Ülkemizde yetişen yüzlerce çeşit sebze ve meyveyi keşfedelim. Domates, kabak, nar, nohut, mercimek, yoğurt, yumurta, hindi, balık, ceviz ve nicelerini ihtiyacımız kadarıyla hayatımıza ekleyelim. Mesela her gün tatlı yiyor meyve hiç yemiyorsam, “Tatlı yerine bugün 1 tane meyve yiyebilirim.” diyerek ufak bir farklılık yapabiliriz.
Hareketli, üretken, ibadetine düşkün, zihni açık olmak için bedenimize iyi bakmamız gerekiyor. Biliyoruz ki, yemek imtihanımızı kolaylaştırmak için attığımız her değişim adımında emanetimize sahip çıkarız. Bu hissiyat Allah’ın izniyle bize kulluk heyecanı verir. Yeme alışkanlıkları değişimini yavaş yavaş ele almak için yeterli beslenme hakkında inşallah bir sonraki yazıda bahsedeceğiz.
0 Yorum