Fıkhın Öncü Nesli

İslamî ilimlerin her alanında ashab-ı kiram, hiç şüphesiz en ön safta yer almaktadır. Ancak konu fıkıh olduğu zaman bu öncülüklerinin ehemmiyeti çok daha fazladır. Dinimizin yarısı ilim, diğer yarısı ameldir. Dini yaşadığımızın en büyük göstergelerinden biri olan ibadetler fıkhın mahsulüdür ve ibadet biçimlerini bize gerek kavli gerekse fiili olarak aktaran nesil, ilk kaynaktan yani Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemden beslenen ashab-ı kiramdır. Onlar, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile aramızdaki bu sağlam köprüyü inşa etmeselerdi hiç şüphesiz farklı anlayışlarla ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler kişiselleştirilmiş algılara indirgenirdi.

               Kur’an’ımızın neyi öngördüğünü ve ne demek istediğini Efendimiz aleyhisselamdan bizzat öğrenen ve O’nun nasıl yaşadığını da bizzat kendi gözleriyle gören ilk nesil sayesindedir ki şaibesiz net bir İslam ahkâmı bizlere kadar ulaşmıştır.

               Sahabe-i kiramın kendi arasında görüş ayrılıklarının bulunması bu gerçeğe gölge düşürmez. Çünkü onların ihtilafları genellikle içtihada bırakılmış alandadır ve Ömer bin Abdulaziz rahmetullahi aleyhin isabetli tespitiyle bu, gerçekten büyük bir zenginliktir.

Fıkıh ilminin geçirdiği tarihsel dönemlerini Abdulvehhab Hallaf’ın[1] tasnifiyle tekvin, tefsir, tedvin ve taklit olarak dört ana döneme ayırdığımızda tekvinin Efendimiz aleyhisselam, tefsirin ashab-ı kiram, tedvinin ise müçtehit imamlar ve talebeleri tarafından gerçekleştiğini görürüz. O hâlde sahabe-i kiram, Efendimiz aleyhisselamın oluşturduğu yapıyı sonrakilere açıklayan ve onu özgün yapısı doğrultusunda geliştiren bir topluluktur. Dolayısıyla tedvin edecekleri birikimi müçtehit imamlara miras bırakanlar, onlar olmuştur. Bir başka ifadeyle kurucu içtihat sahibi olmaları sebebiyle amelî mezhepleri kendilerine nispet ettiğimiz müçtehit imamlar, bütünüyle yeniden ve ilkten bir keşfin sahibi olmayıp seleflerinden (önceki nesillerden) tevarüs ettikleri bilgi, görgü ve uygulamayı geliştirip sonra da bu birikimi tasnif eden kimselerdir.

 

[1] Mısırlı fıkıh alimi.1888’de Mıdır’da doğmuştur. Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak görev yapmıştır. Usûlü Fıkıh alanında ‘İlmü Usuli’l Fıkh’ en meşhur eseridir. Pek çok eseri Türkçeye çevrilmiştir, 1956 yılında vefat etmiştir.

Ashab-ı Kiramın Fıkha Kaynaklığı

Ashab-ı Kiramın Fıkha Kaynaklığı

Ömer radıyallahu anhın Şam’da halka hitap ederken naklettiği hadis-i şerif, bu kaynaklığın en başta gelen delillerindendir:

“Allah Resûlü, benim size yaptığım gibi ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: ‘Ashabıma saygı gösterin! Sonra onların ardından gelenlere ve onlardan sonra gelenlere saygı gösterin! Daha sonra yalan yaygınlaşır; öyle ki kişi teklif edilmediği hâlde yemin eder, istenmediği hâlde şahitlik yapar. Kimi cennetin orta yeri sevindirirse Müslümanların topluluğuna sıkı sıkı yapışsın! Çünkü şeytan, tek kalan kimseyle beraber olup iki kişiden uzaktır...”[1]

               Aynı gerçeği müçtehit imamların beyanları da ortaya koymaktadır. Mesela: İmam Ebu Hanife rahmetullahi aleyh  “Ben ilmi Hammad ve İbrahim yoluyla Ömer, Ali, Abdullah bin Mes’ud ve Abdullah bin Abbas radıyallahu anhum cemiandan aldım.”[2]

               Sahabe-i kiram içinde sonradan adına “fıkıh” denecek alanda yani ibadetler ve sosyal hayatla ilgili hükümler alanında, bilgi ve içtihat yeterliliğiyle diğerlerine oranla daha çok temayüz etmiş isimler vardır. Bunların bir kısmı daha Efendimiz aleyhisselam hayattayken fetva verme ve içtihat etme liyakatini kazanmıştır. Hatta bazıları bu yönde bizzat Efendimiz aleyhisselam tarafından görevlendirilmiştir.

               Nitekim Efendimiz aleyhisselam, Allah’ın hakikati Ömer radıyallahu anhuya söylettiğini belirtmiş. “...Herhangi bir ihtilafla karşılaştığınızda size düşen görev, benim Sünnetim’e, Hulefa-i Râşidin’in sünnetine uymaktır.”[3] buyurmuş.

Muaz bin Cebel radıyallahu anhı Yemen’e vali olarak gönderirken orada karşılaştığı meseleleri gerektiğinde kendi içtihadıyla çözümleyeceğini söylemesini büyük bir memnuniyetle onaylamış.[4] Daha çocukken öğrenme azmini takdir ettiği Abdullah bin Mes’ud radıyallahu anhı “Allah sana rahmetiyle muamele etsin, sen gerçekten çok şey öğretilecek olan bir yavrucuksun.”[5], Ali radıyallahu anhı ise “Ben hikmet eviyim, Ali de onun kapısıdır”[6]diye övmüş, “Ümmetim içinde terazi/miras hukukunu en iyi bilen kişi Zeyd, haram ve helal hükümlerini en iyi bilen ise Muaz’dır.” tespitini yapmıştır.[7]

Başka bir rivayette de sahabenin ilim yönüyle öne çıkanları arasında başka isimleri anmıştır. “Kur’an’ı dört kişiden öğrenin: Abdullah bin Mes’ud, Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Salim, Ubey b. Ka’b ve Muaz b. Cebel.”[8]

               Efendimiz aleyhisselamın vefatından sonra fetva veren sahabeler arasına başka isimler de eklenmiştir. Ebu Bekir, Âişe Anamız, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Ebu Musa el- Eş’ari, Ubade b. Samit, Ebu’d Derda, Huzeyfe bin Yeman,  Ammar bin Yasir, Zübeyr bin Avvam ve Abdullah bin Amr radıyallahu anhum cemian bu isimlerin başında gelmektedir.

               Sahabe tabakalarıyla ilgili eserleri de olan İbn Hazm, fetvaları kaynaklarda yer alan sahabe sayısının 162’ye ulaştığını; bunlardan 20’sinin kadın olduğunu belirtir. Bunlar arasında Ömer, Ali, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer,  Zeyd b. Sabit ve Âişe radıyallahu anhum cemian yedi fakih sahabe (el-fukahau’s seb’a mine’s sahabe) nitelemesiyle ayrı bir konuma sahiptir. Kaynaklar bu yedi sahabenin her birinin verdiği fetvaların birer büyük cilt hacminde olduğunu kaydeder. Başta dört meşhur kişi olmak üzere fıkıh mezheplerinin ilim silsilelerinde bu yedi sahabeden bir ya da birkaçının bulunuyor olması; onların bilgi birikimlerinin ve hükme erişme yöntemlerinin fıkıh mirasımızda ne denli etkili olduğunu gösterir.

               Rabbimizden bizi, dünyada fıkıhla buluşturan o şerefli nesille ahirette Firdevs-i Alâ’da buluşturmasını dileriz.[9]

 

[1] Tirmizî, Fiten, 7.

[2] Ahmet Yaman, Sahabenin Fıkhi Mezheplere Kaynaklığı, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 38, 2014, s.13. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/184188, Erişim Tarihi: 06.05.2021

[3] Yaman, Sahabenin Fıkhi Mezheplere Kaynaklığı,s.14; Ebû Dâvûd, “Sünne”, 5; Tirmizî, “İlim”, 16; İbn Mâce, “Mukaddime”, 6; Müsned, IV, 126, 127; Dârimî, “Mukaddime”, 16; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/184188 (Erişim Tarihi: 06.05.2021)

[4]Yaman, Sahabenin Fıkhi Mezheplere Kaynaklığı; Ebû Dâvûd, “Akdıye”, 11; Tirmizî, “Ahkâm”, 3; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/184188 (Erişim Tarihi: 06.05.2021)

[5] Yaman, Sahabenin Fıkhi Mezheplere Kaynaklığı, Müsned, I, 379; Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, (thk. A. Kal’acî), Beyrut-Kahire 1988, II, 172;

[6] A.g.e; Tirmizî, “Menâkıb”, 20; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/184188 (Erişim Tarihi: 06.05.2021)

[7] A.g.e; Tirmizî, Menâkıb”, 32; İbn Mâce, “Mukaddime”, 11; Müsned, I, 18; III, 125, 133; Hâkim, Müstedrek ale’s-Sahîhayn, Haydarâbâd 1915, III, 422; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/184188 (Erişim Tarihi: 06.05.2021)

[8] A.g.e; Buhârî, “Fedâilü Ashâbi’n-Nebî”, 26, 27; “Menâkıbu Ensâr”, 14; Müslim, “Fedâilü’s-sahâbe”, 118; Müsned, II, 189, 19; ; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/184188 (Erişim Tarihi: 06.05.2021)

[9] Bu yazı, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı; 38, 2014, ss.11-44 ve Sahabenin Fıkhî Mezheplere Kaynaklığı – Ahmet YAMAN adlı kitabı kaynak alınarak yazılmıştır.

 

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap