Fıkıh İlmiyle İlgili Kavramlar

Fıkıh İlmiyle İlgili Kavramlar

Elhamdülillah Müslümanız. Doğru yol üzere yaşamaya çalışan insanlarız. Rabbimiz’in belirlemiş olduğu çizgilere uygun bir yaşam için gayret edenlerdeniz. Elhamdülillah Müslümanlardanız. Dinimize ait konularda aklımıza bir soru gelse daha iyi bilene soracak kimseleriz. Araştırmalar yapar, öğrenmek için çaba sarf ederiz. Zira Bizler ‘oku’ emrinin muhataplarıyız. Dinimizi en iyi şekilde öğrenmekle mükellefiz. Kafamıza göre değil dinimize göre yaşarız. Peki sünnetlere, farzlara ne kadar vâkıfız? Dinimizin inceliklerini ne kadar biliyoruz veya bu inceliklere vâkıf olan kimseleri ne kadar tanıyoruz? Yolculuğumuza fıkıh ile ilgili kavramlardan bahsederek devam edelim;

ŞERİAT: Her şeyi gören ve bilen Rabbimiz’in koyduğu hükümlerden oluşur. Kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir; vahye dayalı olduğu için de noksansızdır. İnsanın dünya hayatında nasıl yaşaması ve ahirete nasıl hazırlanması gerektiğini gösteren hükümler bütünüdür. Aynı zamanda bireyin ve toplumun hayatını düzenleyen kuralları içerir. Çünkü şer’i hükümler insanın isteklerini sınırlamak ve terbiye etmek üzere gelmiştir. İyilik, güzel ahlak ve adaletin ölçüsü olduğu gibi sınıf ayrımı olmadan tüm insanlara hitap eder. Şeriat’ın korunmasındaki ana gaye; insanın Rabbi’nin rızasını kazanmasını sağlamak, hükümleri ile insanların ahiretini kurtarmaktır.

MAKÂSIDÜ’Ş ŞERÎA: Makasıt, amaçlar demektir. Şeriat kelimesi ile birlikte kullanıldığında dinin amaçları anlamına gelir. İslam fıtrat dinidir ve İslam’ın getirdiği bütün kuralların genel amacı; fıtratı korumak ve bozulan yanlarını düzeltmektir. Kur’an ve Sünnet’in doğru şekilde anlaşılması ve bilgi elde edilmesinde makâsıdü’ş şerîa dikkate alınır. Özellikle fıkıh ilmi makâsıdü’ş şerîa bilinmeden tam anlamıyla kavranamaz.

FIKIH: Bir şeyin inceliklerini, içyüzünü kavramak demektir. Dinin ameli yani insan davranışları ile ilgili hükümlerini inceler. Bu inceleme sonucu ibadet ve insani ilişkilere dair dinî hükümleri Kur'an ve Sünnet’teki delillere dayalı olarak ortaya çıkarır. Fıkıh insanın ana rahmine düşmesinden defnedilip bıraktığı mirasın paylaşımına kadar olan süreçte yükümlü olduğu eylemleri belirler. Rabbimiz’in belirlediği sınırlar dâhilinde insanın dünyada huzura, ahirette Allah’ın rızasına kavuşmasını amaçlar.

USÛLÜ FIKIH: Usul; temel, kök, dayanak kelimesinden meydana gelmektedir. Fıkıh kelimesi ile birlikte kullanıldığında fıkhın dayanakları anlamına gelir. Kur'an, Sünnet ve icmadan fıkhî hükümlerin nasıl çıkarılacağını inceler. Böylece Kur'an tefsirinin ve hadis şerhinin doğru şekilde yapılmasını sağlar. Örnek verecek olursak Rabbimiz Bakara Sûresi 188. ayette “Birbirinizin malını haksız şekilde yemeyin” buyurmaktadır. Fakihler de şer’i hükmün nasıl çıkarılacağını bildikleri için “Haksız sebeplerle başkasının malını yemek haramdır.” derler.

FAKİH: Fıkıh ilmi ile meşgul olan âlime verilen isimdir. Bir şeyi derinlemesine bilen, anlayan kimse anlamına gelir. Fıkıh din hakkında derin bilgiyi, fakih ise bu derin bilgiye sahip Müslüman’ı ifade etmektedir. Kur’an ve Sünnet başta olmak üzere fıkıh ilminde belirlenmiş kaynaklardan yararlanarak toplumda baş gösteren sorunlara karşı en isabetli bilgiyi bulmaya çalışırlar. Fetvanın kaynağı olan hükümler fakihlerce belirlendiği gibi aynı zamanda müftülük ve kadılık görevleri de fakihler tarafından yerine getirilebilir.

KADI: İnsanlar arasında meydana gelen davaları Şeriat’a uygun şekilde çözümlemesi için yetkili makam tarafından tayin edilen kişiye denir. Hâkim ile aynı manada kullanılabilir. İslam Medeniyeti’nde adaleti sağlamakla yükümlüdür. İslamî ilimler alanında derin bilgiye sahip olması gerektiği gibi halkın ihtiyaçlarına, örf ve âdetlerine vâkıf, dış etkenlere karşı duracak kadar sağlam bir ahlaka sahip olmalıdır.

MÜFTÜ: Fetva vermeye ehliyetli olan âlime denir. Fetva vermek, manevi mükâfatı olduğu kadar sorumluluğu ağır olan dinî bir görevdir. Esasen resmî bir memuriyetlik taşımaz. Bilgisi olmadığı hâlde fetva verenin fetvasına itimat edilmediği gibi o kişi toplum tarafından da dışlanmaktadır. Müftüler, kendilerinden önce yaşamış müçtehitlerin görüşlerini aktararak fetva verebilirler.

MÜÇTEHİT: İçtihat etme yetkisine sahip âlime verilen addır. Kur’an, Sünnet ve icmayı bilen, Arapçaya vâkıf, İslam’ın temel maksatlarını kavramış, yaşadığı toplumu iyi bilen, kıyas etmeyi becerebilen ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin siretini iyi bilen kimsedir. Hüküm çıkarmaya yarayacak metot ve kuralları bilme bakımından müçtehit için en önemli ilim fıkıh usûlüdür.

İÇTİHAT: Elinden gelen çabayı sarf etmek, bütün gücünü kullanmak demektir. Gerekli şartları taşıyan âlimin yani müçtehidin İslam'a özgü bilgi kaynaklarından çeşitli metotlar kullanarak hüküm çıkarmasıdır. Hakkında kesin delil bulunmayan konular içtihada açıktır. Kur'an'da ve Sünnet’te açıkça ifade edilmiş veya âlimler tarafından icmada bulunulmuş hükümler içtihat konusu değildir, hakkında görüş belirtilmez.

İCMA: Kur’an ve Sünnet’ten sonra İslam’a ait üçüncü bilgi kaynağıdır. Dinî bir meseleye çözüm üretebilecek yetkili kişilerin yani müçtehitlerin görüş birliğine ulaşmalarıdır. Doğruluğu üzerinde ittifak ettikleri bir hüküm, Müslümanların bütünlüğünü kapsar. İcma 2 türlü olur;

  1. Sarih İcma: Müçtehitlerin her birinin görüşlerini tek tek açıklamaları ve görüş birliğinde bulunmalarıdır.
  2. Sukût-i İcma: Bir veya birkaç müçtehit görüşünü belirttikten sonra diğer müçtehitlerin ses çıkarmayıp görüşe dair hiçbir itirazda bulunmamalıdır.

KIYAS: Ölçme, takdir etme anlamlarına gelir. Fıkıhta kullanım şekli; hakkında hüküm bulunmayan bir meselenin sonucunu hüküm verilen meseleye göre belirlemektir. Ancak bu durum Kur’an, Sünnet ve icma ışığında ehil kimseler tarafından gerçekleşir.

EFÂL-İ MÜKELLEFÎN: Fiil ve mükellef kelimelerinin çoğullarıyla bir araya gelen ve dinimiz açısından sorumlu sayılan insanların davranışlarına verilen isimdir. İman etmiş, akıllı, bulûğ çağına ermiş kimseleri kapsar. Çocuklar ve zihinsel özrü bulunan kimseler başta olmak üzere belirli niteliklere sahip olmayan insanlar dinî yükümlülüklerin tamamından veya bir kısmından sorumlu tutulmaz. Mükellef yani sorumlu olan kimselerin yapmaları zorunlu olan, teşvik edilen, serbest bırakılan veya terk edilmesi gereken davranışları demek olan efâl-i mükellefîn şunlardır:

  • FARZ: Belirlenmiş, kesinleştirilmiş anlamına gelir. Dinin mükellef yani sorumlu bir Müslüman’dan kesin ve bağlayıcı şekilde istediği fiili ifade eder. Bu tür fiiller yerine getirildiğinde sevap, terk edildiğinde ise cezayı gerektirir. Yani yerine getirilmesi zorunlu, reddedilmesi ise mümkün değildir. Şahsi olarak yerine getirilmesinin şart olup olmamasına göre ikiye ayrılır;
  1. Farz-ı Ayn: Mükellefin her biri tarafından bizzat yerine getirilmesi gereken farzlardır. Beş vakit namaz kılmak, Ramazan’da oruç tutmak gibi.
  2. Farz-ı Kifaye: Toplumun sorumlu tutulduğu davranışları bazı Müslümanların yapması ile diğer Müslümanların sorumluluğundan kalktığı farzlardır. Fetva görevini üstlenme, cenaze namazını kılmak gibi.
  • VACİP: Farzlarda olduğu gibi dinin mükellef kişiden yapılmasını kesin şekilde istediği ancak farzın bir derece aşağısında yer alan davranışlardır. Yerine getirilmesi zorunlu olmakla birlikte reddeden kimsenin Müslümanlıktan çıkması gibi bir sonuç doğurmaz.
  • SÜNNET: Farz ve vacip dışında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yaptığı ve yapılmasını tavsiye ettiği fiiller ve davranışlardır. Farz ve vacibi tamamlayıcı mahiyettedir. İkiye ayrılır;
  1. Müekked Sünnet: Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin farz ve vacipler dışında devamlı olarak yaptığı ve yapılmasını tavsiye ettiği davranışlardır.
  2. Gayrı Müekked Sünnet: Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin bazen yaptığı bazen terk ettiği davranışlardır.
  • MÜSTEHAP: Farz, vacip ve müekked sünnetler dışında yapılması teşvik edilen ve yapıldığı taktirde sevap kazandıran fiil ve davranışlardır.
  • MÜBAH: Mükellefin yapıp yapmamakta serbest bırakıldığı davranışlardır. Bir Müslüman kendisi için mübah olan bir fiili sırf Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yaparsa niyetinin karşılığını bulacaktır.
  • HARAM: Mükellefin terk etmesi zorunlu olduğu ve inkâr etmesi mümkün olmayan, reddettiği takdirde dinden çıkma sonucunu doğuracak davranışlardır. Hırsızlık yapmak, zina etmek, faiz almak gibi.
  • MEKRUH: Hoşa gitmeyen, çirkin ve kötü görülen anlamına gelir; yapılması ceza gerektirmez fakat kınanan bir davranıştır. İkiye ayrılır;
  1. Tenzihen Mekruh: Harama yakın olup vacibin karşıtıdır. Haram bir fiili yapmakla aynı cezası vardır.
  2. Tahrimen Mekruh: Helal ile yakın olup mendubun karşıtıdır. Ceza gerektirmese de kınanmaya tabi tutulur.

CAİZ: Dinen yapılmasına izin verilen veya işlenmesi serbest olan hükümlerdir. Helal ve meşru kelimeleri ile eş anlamlı olarak kullanılır.

Dinen yapılmasına izin verilmeyen veya sınırı olan meselelerde ise “caiz olmaz” ifadesi kullanılır.

Rabbim bizleri dinde ince anlayışa sahip ve kalbi hak yol üzere sabit olan kullarından eylesin.[1]

 

[1] Bu yazı; Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenmiş olan Temel İslam Ansiklopedisi kaynak alınarak kaleme alınmıştır.

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap