Kötü Arkadaş Hücrelerimizi Yok Eder
İnsan vücudu, “hücre” dediğimiz ve ancak mikroskop altında görebildiğimiz yapıtaşlarının bir araya gelmesiyle oluşur. Yani, fiziksel olarak bir insan aslında yaklaşık 30-40 trilyon hücre ve bunun tahminen 10 katı kadar da faydalı bakteriyi (bağırsaklardaki ve derinin üst tabakasındaki bakteriler gibi) içeren bir “hücreler topluluğu”dur.
Bu topluluğa mikroskop altında bakmaya başladığımızda, her bir hücrenin kendi içinde müstakil birer ülkeyi barındırdığını görürüz. Küçülüp bu ülkeyi ziyarete gittiğimizde bizi ilk olarak sınır kapısı olarak tasvir edebileceğimiz ve yağ moleküllerinden oluşan “hücre zarı” karşılar. Pasaportsuz ve vizesiz geçişin mümkün olmadığı bu tabakayı aşabilmek için ya hücrenin tanıdığı varlıklardan biri olmanız ya da o varlıklardan birini taklit edebilecek yetenekte olmanız gerekir.
Gümrüğü halledip içeriye girdiğimizdeyse bizi gitmek istediğimiz yere ulaştıracak araçlar yani genellikle hücre zarı gibi yağ moleküllerinden oluşan kesecikler ve bu araçların gitmesi için otoyol gibi hücre boyunca dallanıp uzanan iplikler bulunur. Gideceğimiz yer birbirinden ilginç isimleriyle hücrenin kargo merkezi (golgi cisimciği), enerji üreten fabrikaları (mitokondri) ya da istenmeyen misafirlerin tutuklanıp mahkûm ya da sınır dışı edildiği emniyet merkezi (lizozom) olabilir.
Bunun dışında hücrenin yönetim binası olan “çekirdeğe” ya da “sitoplazma” adını verdiğimiz serbest bölgelere de gidebiliriz. Giriş çıkışların oldukça sıkı denetlendiği yönetim binasına gittiğimizde “genlerimize” yani saç ve göz rengimizden bizi biz yapan tüm diğer fiziksel özelliklere kadar bilgilerimizin kodlandığı kütüphaneye ulaşırız. Bu kodlarda meydana gelecek bozukluklar, çoğunlukla tamir edilip hiçbir zarara yol açmasa da bazen kanser gibi ciddî hastalıklara yol açar.
Peki, tüm bu uzun yolculuğumuz boyunca hücre zarında ve çekirdeğinde vize işlemlerini yürütüp giriş çıkışları kontrol eden, emniyet merkezi lizozomlarda tutuklamaları gerçekleştiren, mitokondrilerde enerjiyi üreten görevliler kimdir hiç merak ettiniz mi? Aslında onları biraz tanıyoruz; proteinler.
Proteinler, günlük hayatta her ne kadar aldığımız besin çeşitleri olarak karşımıza çıksa da bu moleküller aynı zamanda hücrede pek çok kilit role sahip memurlardır. Bu memurların görev yetkileri hücre çekirdeğinde bulunan genler tarafından verilir. Bir başka deyişle, proteinlerin oluşumu için genlerde yazılı bulunan kodlar kullanılır ve bu kodlar sayesinde çeşitli işlemler sonucu proteinler üretilir.
Protein üretiminden sorumlu genlerin sayısı insanlarda yaklaşık 20 bin adettir. Genlerimizde bulunan yaklaşık 20 bin protein kodunun farklı işlemlerden geçirilmesiyle birlikte kişinin yaşına, beslenme şekli ve sağlık durumuna göre insan hücrelerinde 80 bin ile 400 bin arasında değişebilen çeşitte, farklı özelliklerde protein bulunmaktadır. Bu da aslında yuva içinde hangi göreve sahip olduğunu bilen bir karınca kolonisini andırır. Vize kontrolünden sorumlu proteinler hücre zarında nöbet tutarken aktin isimli protein yapılar, bir otoyol gibi hücrenin her tarafına ulaşımı sağlarlar.
Proteinlerin bundan başka görevleri de vardır elbette. Örneğin; genlerimizi barındıran kromozomlar her bir hücremizde bir ip gibi uzatıldığında yaklaşık 2 metre uzunluğa erişir. Bu uzun ve ince yapıyı yaklaşık olarak metrenin 100 binde biri uzunluğa sığdırmak için genleri sıkıştırmada çeşitli proteinler görev alır. Ya da hasta olup o hastalığı atlattığımızda tekrar aynı hastalığa yakalanmamamız için bağışıklık hücrelerimizde hastalığı tanıyan ve vücudu savunmaya alan proteinler üretilir.
Tüm bu özelliklerinin dışında bazen de olumsuz olaylara yol açabilir proteinler. Tıpkı kötü bir arkadaş gibi hücrenin huyunu değiştirebilir örneğin. Bunun en basit örneğini Alzheimer hastalığında görürüz. Bu hastalığın altında yatan fizyolojik sebeplerden en önemlisi, sadece iki çeşit proteinin beyin hücrelerinde yüksek miktarda üretilip beyin dokusunu sarmasıdır. Böylelikle beyin hücreleri ölmekte ve bu da hastalarda akli melekelerin yitmesine sebep olmaktadır.
Gündemimizi yoğun bir şekilde saran virüs salgını için de bu kötü arkadaş örneğini kullanabiliriz. Normal şartlarda bambaşka proteinler ve moleküllerle etkileşimde olması gereken hücre zarının gümrük muhafız proteinlerinden biri (ACE2 proteini), virüsün (SARS-CoV-2) dış yüzeyindeki bir başka proteinle (S proteini) etkileşime girmektedir. Bu arkadaşlık, virüsün davetsiz misafir olarak hücre sınırlarına girmesi ve yönetim merkezini ele geçirip kendi istekleri doğrultusunda hücre birimlerini kullanarak hastalığa sebep olmasıyla sonuçlanmaktadır.
Tefekkür etmemize vesile olması dileğiyle; zararsız olduğunu düşündüğümüz arkadaşlıklarımızın tümü gerçekten de “her zaman” zararsız mı?
0 Yorum