VERDİĞİN SENİNDİR!

Hayat, Allah’ın kullarına bahşettiği bir nimettir. Hayat gibi hayatı kolaylaştıran her nimet de beraberinde bir sorumluluğu doğurur. Bu yükümlülüğün ifa edilebilmesi için bize yaşam ekseninde lütfedilen her şeyi kimin verdiğini unutmamak gerekir. Kazandığımız rızıktan aldığımız nefese kadar hiçbir şey bizim değildir. Mahza sözde kalan ifadelerle bu anlayışı dile getirmek ne kadar inandırıcı olabilir ki?

Hiç yokken var olmak; çaresizken çare, çulsuzken çul, kimsesizken sahip, korkakken cesaret, açken yiyecek, açıktayken barınak bulmak bizim emeklerimizle elde ettiğimiz meziyetler midir? Şüphesiz bütün bunlar ve nicesi bize Rabbimizin ikramıdır. Ancak dünyanın şaşaası karşısında canımız dâhil sahip olduğumuz her şeyin kime ait olduğunu unutma gafletine düşüyoruz. Asıl mesele de burada başlıyor ya zaten.  Şükrünü eda etmek istediğimizde nereden başlayacağımızı şaşırdığımız bunca lütfu, hak için mi batıl için mi kullanacağımız hususunda imtihan olmak için gönderildik bu dünyaya.

Kulluğumuz açısından kendimizi Rabbimize ispat etmemiz gereken imtihanlardan biri de mal üzerinden imtihandır. Allah insanı dünya nimetleri karşısında doyumsuz bir varlık olarak yaratmıştır. Kazanç elde etme hırsı insanın tabiatında mevcuttur. Bu duygunun terbiye edilip edilmemesi imtihan sonucunu belirlemektedir.

Mal deyince, kazançtan söz edince aklımıza büyük servetlerin gelmesi de dünyaya; Allah’ın bakmamızı istediği nazarla değil dünya standartlarıyla baktığımızın göstergesidir. Allah yolunda verilen bir kuruş bile olsa değerli değil midir? Milyarlar, trilyonlar, rakamsal veriler bize göre çok veya azdır. Rabbimize göre değerli olan kalplerimizde bulunan samimi niyetlerimizdir.
İmanı kalbinde içselleştirmiş bir Müslüman, Allah’ın ona verdiği malı O’nun yolunda vermeyi de ahlak hâline getirmelidir. Malı infak etmek erdemli bir davranış olmaktan da öte borcu sahibine ödemek adına yapılması gereken bir eylemdir. Paranın, malın sıcaklığı cepleri ısıtmadan Allah için verebilme anlayışı insanı cimrilikten de koruyacak olan bir davranıştır.

Müslüman malından tasadduk ederken zerre kadar eksilmediğini bilmelidir. Biz elimizin altındakini bizim zannederiz ama aslında bize ait olan mal, esaretinden sıyrılıp Allah yolunda verdiklerimizdir.  Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bir kurban kesimi sırasında Âişe radıyallahu anhaya: “Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu. “Sadece bir kürek kemiği kaldı.” diye cevap verince bunun üzerine Efendimiz aleyhisselam “Desene bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor.” buyurdu.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek sözlerinden tefekkür dosyası açılıyor önümüze. Vermek aslında insanın lehinedir ancak bu duyguyu hissederek yaptığımızda amelin kıymetini anlayabiliriz. Bilmeliyiz ki yapılan hiçbir hayır Allah katında zayi olmaz. Hayrı zayi eden çürük ve küçük niyetlerdir. Menfaat umarak verilen her şey, insanın zararının ortağıdır. Karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek yapılan hayırlar ise insana kârıyla dönecek amellerdir.

İnfak insanı Allah’a yaklaştıran tutkulu bir eylemdir.  Bir insanın malının hesabını yaparken duyduğu tamahsızlığı Allah yolunda infak ettiğinde duyması, kul olarak Allah’ın ondan beklediğinin karşılığını vermiş olmaktır. Bunun için Müslüman’ın kalbi ile vermek eylemi arasındaki engellerin kalkması şarttır. Dışarıdan bakıldığında yalnızca karşımızdaki insana dokunan bir iyilik olarak görünen her hayır aslında kendimiz içindir. Avamî bir söylemle birileri bu davranışı ‘Enayi!’ takısıyla değerlendirebilir ancak asıl aldanış, Müslüman’ın kendisini cennete götürecek bir ibadetten yoksun kalması değil midir?

Hazineler dolusu servete sahip bir insanın zenginliği en fazla bir ömür sürebilir.  Allah için gerekirse kendinden kısıp vermeyi âdet edinmiş bir Müslüman’ın zenginliği ise ebedîdir. Muhakkak ki cömertlik, Allah’ın kuluna bahşettiği en güzel nimetlerden biridir.  Cimri bir kimse acınacak hâldedir. Âdeta cebinde akrep varmış gibi bu illetin musallat olduğu kimse, iki dünyasını da kendisine zehir etmiştir. Kalbi böylesine infaktan uzaklaşmış kişi bir çeşit nifak içerisindedir ve bu nifak, infak etmenin lezzetine varmak suretiyle temizlenebilir.

Asıl hayatın ahirette başlayacağına iman eden bir Müslüman’a kendisine verilen nimeti paylaşmak nasıl zor gelebilir ki? Cennetten bahçe satın almak için dünyadaki bahçelerini satanlar, cihada giderken bütün malını endişe duymaksızın Medine sokaklarına getirenler, yalnız kendi ailesine yetecek kadar gıdaları olduğu hâlde misafire ikramı şeref görenler de cenneti istediler Allah’tan.  Bu istekleriyle imtihan olduklarında kalplerinde Allah’ın onlara daha fazlasını vereceği inançları sarsılmadığı için Rablerinin rızasını kazanmayı başardılar. Çünkü onlar, mallarını da canlarını da Allah’a satmışlardı.

Kendimize döndüğümüzde ise şartlar zorlandığı için mi veriyoruz yoksa reklam cazip geldiği için mi adını sadaka olarak adlandırdığımız işler yapıyoruz? İhlâstan uzak bu hisler kalbimizde yok olmalıdır. Niyetin saf ve sade olduğu hisler de kalbimizde canlanmalıdır.

Kazanmak isteyen Müslüman geçici kayıpların endişesine kapılmaz. Çünkü bilir ki cennet, Allah’ın sayısız nimetleriyle kuşattığı bir diyardır ve o diyar için çapı kadar bile değeri olmayan dünyadaki her şeyden vazgeçmek bütün değerlerin üstündedir.

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap