"Sorulmayanları Sorduk"
Nureddin Yıldız Hoca Hayalhanem'de Mehmet Yıldız'ın Sorularını Cevaplandırdı... Link
İslâm Toplumunda cemiyet ve toplulukları bir araya getirecek ve İttihad-ı İslâm’ı tesis edecek hususlar sizlerce nelerdir?
Bir şey zıttıyla ayakta duruyordur, zıttını kaybettin mi ayakta durur. Zıttıyla bir arada tuttuğun zaman, umduğun şeyi bulamazsın. İslâm insanlık istiyor, ırkçılık istemiyor; Allah ırklarla yarattığı hâlde ırkçılık istemiyor. Allah’tan başka ilâh olmasına, yani insanlar ilâh deyince bir “şey” zannediyor. Hayır; para da bir ilâh oluyor, uyku da bir ilâh oluyor... Allah’tan başka ilâh olmamasını istiyor, Kâbe’nin bir tane olmasını istiyor, Kur’ân’ın tek rehber olmasını istiyor. Bunlar sağlandığı zaman İslâm bir aradadır. Irklar girince, putlar çoğalınca, para da dahil, Kâbeler çok yönlülük mânâsında çoğalınca İslâm gücünü, ittihadını kaybediyor demektir. En kısaca böyle özetlenebilir.
Ebû’l-Hasan Nedvî ile bir görüşmeniz var bildiğimiz kadarıyla. Sizi etkileyen bir görüşme. O anlarda neler oldu? Sizleri neler etkilemişti?
Onu da bizleri de dostlarıyla cennette buluştursun. Ebû’l-Hasan Nedvî ile ilk defa 1985 yılında Mekke’de, talebeleriyle yaptığı bir toplantıda bulunmuştum. Daha sonra İstanbul’da ziyarete geldiği bir toplantıya yine katılmıştım. Ondan sonra da Emin Saraç Hocamla beraber Hindistan’a, Hoca Efendiyi ziyarete gitmiştik. Bir hafta kadar Hoca Efendi’nin misafiri olduk. İstanbul’a çok kalabalık bir zeminde olduğu için Hoca Efendi ile özel bir hâtıram olmadı, Allah rahmet eylesin. Ama Mekke’de Osmanlı’ya, hilâfet varlığı nedeniyle, ne kadar sıkı bağlandığına dair orda ciddi hâtıram oldu, Allah rahmet eylesin. Orada, toplantı çok özel olduğu için, kimseyi almayın diye tembih etmiş. Biz ısrarla girmek isteyince, işte “Hoca Efendi kimseyi almak istemiyor ve Cidde Havaalanına yetişecek.”, Mekke’deki bir toplantı bu; “havaalanına yetişecek.” demişlerdi. O arada içeriden birisi geldi, “Hoca Efendi seni bekliyor.” dedi, bizi kapıda içeri almayan diyelim ki sekretere. “Hoca Efendi bekliyor, gelsene” dedi. “Ya ısrarla gelmek istiyorlar.” deyince, “kim bunlar?” diye sordu. O da “Emin Saraç Hoca Efendi’nin İstanbul’dan talebeleri.” demiş. Hoca Efendi bu cümleyi duyunca bizzat kendisi ayağa kalktı, “Onları içeriye alın. Onlar hilâfet diyârının çocukları. Onlara engel tanımayın.” dedi, bizi içeriye aldı. Elini öptük, dua istedik. Tabi biz onunla bir uzun görüşme düşündüğümüz için sorular hazırlamıştım ben, hiç o sorulara gerek kalmadı; bundan sonra ben nereden geldim, hangi değere müntesibim, bunu bana tanıttı; Allah rahmet etsin. Zaten de görüşmeye izin vermediler ama benim için çok güzel bir hâtıra oldu. Daha sonra bir hafta misafir olarak gittiğimiz Hindistan’da da çok tatlı hâtıralarımız oldu.
Peygamber Efendimiz aleyhisselâm’ın hayatında sizleri en çok etkileyen sahne hangisidir?
Müslüman marketten bir şey seçer gibi, Peygamberin hayatından şu bölümü seçmesi çok etik değil diyelim de çağdaş bir kavram olsun. O’nun hiçbir harf ağzından Allah’ın vahyi olmadan çıkmadığına göre; yani şu bölüm ekstraydı, bu bölüm böyleydi diye bir şey konuşamayız. Ama duygusal açıdan seni kilitleyen hangisiydi diye sorarsan, Tâif. Tâif dönüşü çok muhteşemdi, çok muhteşem. Yani daha sonra Allah’ın lütfuyla yüzlerce, binlerce konferans veren, gençlerle uğraşan, kadınlara hitap eden, erkeklere hitap eden bir hoca olunca o Tâif’i hiç silemiyorum gözümden; bununla ilgili de konferanslarım vardır. Tâif bir başka, o gün orada göklerdeki bütün rahmeti yere indirmiş gibi oldu sallallahû a’leyhi ve sellem Efendimiz. Zannediyorum olayın ayrıntısına gerek yok ama Tâif bir başka.
Bir dava adamı olarak, gelen tenkitleri genel mânâda ne şekilde yorumluyorsunuz?
Yani, bir miktar medyayı, sosyal medyayı takip ediyorsanız son beş yılda belki en fazla tenkit almış birisiyim. Buna cevap verirken tabi bir şov yapma riski de var Allah muhafaza buyursun. Ben genç hoca kardeşlerime örnek olur diye zikredeyim. Yani bana Müslüman olmayan, ahirete îman etmeyenler tenkit edince bunu bir gürültü gibi kabul ediyorum ve onu dinlemiyorum. Mü’min kardeşlerim tenkit edince, bilhassa hoca efendiler tenkit edince, istisnasız her tenkiti arkadaşlarla istişâre ettim; “bunun burasında bir arıza var mı siz görüyor musunuz?” diye.
Yani belki üslûbumdan, mimik hareketlerimden hatalar olmuş olabilir ama şeriatıma aykırı tek bir cümle kullanmadığım, elhamdûlillah, bir nevi belgelidir şu anda, hamd-ü senâlar olsun. Üslûbum Karadenizliliğimden, yetişme tarzımdan veya örnek aldığım hocalarımın farklılığından üslûbum farklı olabilir. Dolayısıyla “üslûb” bu yani, zaten herkes beni dinlemiyor; bu üslûbu beğenen insanlar dinliyor diye rahat ediyorum. Bana bugüne kadar filan şeriat maddesine, filan âyete, filan hadîse, filan fakîhin şu cümlesine aykırıdır diye bir tenkit gelmedi henüz. “Zamanı mıydı bunların?” diye geldi, “bunu sen niye tercih ettin böyle?” diye dendi... Bunlardan da anlaşılıyor ki rahatını bozdum diye herhalde Mü’min kardeşlerim beni tenkit ediyor.
En son benimle helalleşmeye gelen hoca arkadaşlara helallik olmasa daha iyi olur, başka yerde helalleşelim diyorum; çünkü hocanın beni tenkit etmesi çok hoşuma gidiyor. Neden? Beni hoca tenkit etmeli bir defa. Allah için yaptıysa sevap kazanıyordur. Hasetinden dolayı yapıyorsa, bana çalışıyor. Ben bundan mutlu olmayacağım da ne yapacağım? O da sevap kazanıyorsa sayemde bir kişi daha sevap kazanıyor, samîmi yapıyorsa. Ama samîmi nasıl olur? Bana telefon eder, ulaşılamayan bir insan değilim. “Nureddin, senin bu sözünü ben yanlış buluyorum. Niye böyle söylüyorsun?” der, ben de onunla on dakika, yirmi dakika bunu istişare ederim; beni iknâ eder ya da ben onu iknâ ederim. Bugüne kadar, yani, tek bir hoca efendi hatırlamıyorum, beni böyle aramadı. Ama onlarcası sosyal medya üzerinden, basın üzerinden bana sitem ettiler. Ben onları kâr sayıyorum kendim için. Bir yerde lâzım olacak onlar hep.
Ama mâdem sordunuz söyleyeyim: tam otuz yıldır mikrofonların önündeyim. On beş yıldır da kamera önünde konuşuyorum. Bugüne kadar tek bir hoca efendi, tek bir Müslümanı ismini vererek tenkit etmedim. Tek bir kişiye de ben haklıyım diye cevap vermedim. Çünkü ben davama hizmet ediyorsam, davam benim de davam onun da davası... Allah ikimizin de hakemi olacak, niye uğraşayım ki ben? Ben cevap versem, o bana cevap verse bundan dinim zarar görür; yıpranır, İslâm yıpranır, ben kazanırım; şöhret olurum. İslâm’ın yıprandığı yerde ben şöhret olsam bu kazanç değil ki, mâzallah bu dinimi eritmek olur. Bir hoca olarak ben bunu yaptıktan sonra hoca olmayanlar dine neler yapar, diye tefekkür ediyorum. İnşaallah da muvaffak olurum.
Kur’ân-ı Kerîm’in tarzı budur, Efendimiz sallallahû a’leyhi vesellemın genel tarzı budur. Kur’ân-ı Kerîm bir tek Ebû Leheb’in ismini veriyor, o da onu çok fena hak ettiği için veriyor. Ondan sonra küfrün liderleri diyor ama; çünkü hedef küfrün kendisidir, şahıslar değil. Nasıl hedef cennettir; A, B şahsı değil; sorun olarak da küfürdür sorun A, B şahsı fâni; küfür daha kalıcı, kâfire göre.
Mehmet YILDIZ ile zaman zaman amca-yeğen olduğunuza dair sosyal medyada yazılar çiziliyor. Böyle bir akrabalık var mı?
Bu kadar basit bir akrabalığımız olduğunu zannetmiyorum. Yani birinci dede, ikinci dedede soyadı YILDIZ olan da yok. İki nesildir soyad var. Yani iki nesildir devam eden akrabalığı ben pek değerli bulmuyorum. İlk babamızdan îtibaren devam eden nesilden kardeşliğimiz var. Henüz sakalları beyazlamadığı için Mehmet’in, ben ondan daha büyük görünüyorum. Gerisini de Allah biliyor zaten.
Nureddin YILDIZ’a göre Said Nursî desek neler ifade etmek ister?
Said Nursî rahmetullahi aleyhi İmam-ı Âzam gibi bir adam görmüyorum. İmam-ı Âzam’ın alanı farklı. Ümmetin en mümbit olduğu günlerde Kur’ân üzerinden içtihat yapmış birisi İmam-ı Âzam. Ama Said Nursî rahmetullahi aleyhi Ümmet-i Muhammed’in yıkım günlerinin mimarı olarak görüyorum. Bugün ancak idrak ettiğimiz sözleri söylemiş, “îman gidiyor” demiş. Belki hilâfetin olduğu bir toplumda “ne demek îman gidiyor” diye ona kim bilir ne tepkiler gösterilmiştir; “bu ne biçim bir söz” denmiştir. Bugün anlaşılıyor ki îman aslında gidiyormuş, köklerinde sorun olmuş.
Dolayısıyla Ümmet-i Muhammed’in Hirâ Mağrasında başlayan îman mücâdelesini kendi zamanında en çabuk yeşertmeye çalışmış bir mücahittir. Rusya’daki yaptığı cihattan daha değerlidir bu. Îmanın ebedî bir mücadele olmasına dair o gün gereken soluğu verdi. Benim için bu; kıyamete kadar bağlayıcı bir nokta. Bundan ötesi meleklerin değerlendireceği bir iştir... Kendisi, eylemi, varlığı ve hayata kattığı soluk değerlidir. Ben bir hoca olarak onun ortaya koyduğu performans ile kendi performansımı kıyas ediyorum. Bakıyorum ki birbirine benzeyen tablolar çıkmıyor ortaya. Varlığı bir sonuç doğurmuş. Bütün hocaların, bütün Allah’a davetle kendisinde bir yükümlülük hissedenlerin, Allah’a davet açısından böyle bir yükümlülüğüm var diye düşünenlerin, örnek alması gereken birisidir.
Nureddin YILDIZ için bugüne kadar duyduğu en güzel üç söz nedir?
Yani çok söz duyuyorum. Bunu bire indireyim isterseniz. Yani hayatta îmanla ölmekten sonraki en büyük endişem annemin ve babamın dualarını alamamaktan büyük bir endişem var. Yani Rabbime îman eden bir Mü’min olarak ahirete ne kadar gitmek istiyorsam, ona yakın bir derecede de babam ve annem bana işte “tamam oğlum, senden memnunuz” desinler istiyorum. Yakın bir zamanda bir-iki ay önce annem dedi ki “otur biraz, sana bir şey söyleyeceğim" dedi. Buyur anne, dedim. Benim annem okur-yazarlık düzeyinde birisi bile değil. Bir alime hizmet etmekten başka bir vasfı olmadığını düşünen, okuma-yazma bilmeyen birisidir. Okuma-yazma bilmiyor annem. Kur’ân okuyabiliyor, o kadar. Dedi ki; “oğlum, zannediyorum ahiret çok kalabalık olacak… herkesin de işi çok olacakmış, bak baban da şahit olsun, buradakiler de şahit olsun; kıyamet günü seni meşgul etmeyeceğim oğlum, hakkım sana şimdiden helâl olsun” dedi, “benden dolayı endişen olmasın” dedi. “Ama bir şartım var” dedi, buyur anne dedim, ama dilim tutuldu bu arada; “sen de beni hiç rahatsız etmeyeceksin orada” dedi. Anne dedim; “hiç öyle bir şey olur mu” dedim. “Ben duydum babandan, evlât da anneyi kovalayacakmış” dedi. Böyle karşılıklı helâlleştik. Yani o gün sen beni yakalasaydın Mehmet, yeğenime bir araba almıştım sevinçten; o günü kaçırdın sen. Yani hayatta bu kulaklarımın altmış senede duyduğu, bana göre, en değerli söz; îman meselesinden sonra şüphesiz, yani îmanla boy ölçecek bir şeyimiz yok. Buna siz de şahit olun.
Günümüz Türk toplumuna ait gençlerin durumunu üç kelime ile özetlemek ister misiniz?
Mus’ab bin Umeyr radyallahu anhın ruhunun yetişmesi gereken ve boğulmakta olan bir nesil. Bu kadar.
Nureddin YILDIZ tatil yapar mı?
Çok mahrem, özel bir durum değil. Ben hayatını dolu dolu yaşamak bakımından hesabını vermekte zorlanacağım nimetler içinde bir hocayım. Çok dolu dolu yaşıyorum, elhamdülillah. Hiçbir aile huzursuzluğum yok. Dört çocuğum var, dördünden de memnunum, elhamdülillah. Aile huzurum çok yüksek, yüksek oranda huzurum var. O olmasa zaten sen burada, ziyarete gelen Nureddin zor bulursun; bulamazsın yani, bir hoca gelemez aile huzuru yoksa. Gelse de ondan randıman alamazsın. Tatil yaparım, yapmam diye bir şey yok. Ama tatilimi:
Hangi çocuğum gelmek istiyorsa onu götürürüm, yanıma muhakkak bilgisayarımı alırım, bizim vakfın kamp yerlerinden birine giderim veya sılay-ı rahim yapacağım bir yere giderim; bir taşla beş-on kuş vurur yirmi dört saat tatil yaparım. Yirmi beş saatini hatırlamıyorum bugüne kadar. Yani tatil yaparım, bir lokantaya götürür çocuklarımla, eşimle yemek yerim. Harama-helâle dikkat edilmiş mubah ortamlı bir lokantaya giderim. Ama meselâ düğüne gideceğiz diye bir yere gitmem, böyle bir şeyim yoktur. Memleketime giderim, sılay-ı rahim yaparım; bu yüzden de akrabalarım beni çok severler. Gittim mi yüzleri güler. Çünkü fazla oturmam, bilirler. Hediyemi götürürüm, sünnete uygun... Karışmam dedikodularına. Kime vurdun, kime kırdın demem. Sülâlemin yaşlıları beni çok severler.
Tatil yaparım ama tatilimi değerlendiririm. Meselâ buraya gelirken uçakta otuz beş Müslümanın sorusuna cevap verdim. Giderken de bir o kadarına cevap veririm. Dolayısıyla benim için tatil israf olmaz. Mersin’e geldim, Mersin’de uçağı da değerlendirdim. Siz tamam yatacaksın deyince, yarınki konferansımla ilgili okuyacağım üç tane kitabım var; onları getirdim, gece onları da okuyacağım. Dolayısıyla bir israf olmayacak diye umuyorum, Allah’ın rahmetinden.
Şimdi çok yoğun olan insanlar, çok insanla ilgilenenler, konferansları sık olanlar, günlük ziyaretçisi bol olanlar...
Şimdi çok yoğun olan insanlar, çok insanla ilgilenenler, konferansları sık olanlar, günlük ziyaretçisi bol olanlar zaman zaman kendisini ihmâl edebiliyorlar; kendi bakımını, okumasını vesaire. Ben ise sizden sayfa sayısı bile tutmadan günlük kitap okurum dediğinizi duymuştum. O yüzden o şahsî bakım noktasında biraz açabilir misiniz?
Şimdi şöyle söyleyeyim, ben Hasan el-Bennâ’nın, rahmetullahi aleyh, etkisinde kalmış birisiyim. Hasan el-Bennâ, her şeyin ötesinde hayata dengeyle bakmanın adı. İbadete, ahirete dünyayı ezdirmiyor; eşini, talebelerine ezdirmiyor; talebelerini, eşine ezdirmiyor. Fabrika kuruyor, medrese kuruyor. Bir denge adamı Hasan el-Bennâ. O, benim üzerimde çok etkili.
Ben hâfızım ve belki yedi-sekiz yaşımdan beri okuyorum. On beş yaşımdan beri de Arapça okuyorum. Benim kitap okumamla, yeni İlâhiyattan mezun olmuş birisinin okuma hızı arasında fark var. Şimdi benim okuduğum kitaplar bir defa benim branşımla ilgili kitaplar; âyet, hadisin neredeyse yüzde kırkını oluşturduğu kitaplar okuyorum ben. Bir sayfayı açıyorum, Kur’ân-ı Kerim’den dört tane âyet var; âyetin ilk kelimesinden îtibaren onu atlıyorum. Ben, elhamdülillah, binlerce hadis-i şerifi ders yapacak şekilde, yaptığım şekilde biliyorum. O hadis-i şerif geliyor yarım sayfa, ucundan hangi hadisi anlatıyor anlıyorum; dibine bakıyorum buradan ne tip sonuç çıkarmış, iki saniyede onu okuyorum. Dolayısıyla bir sayfa üç dakikada okunuyorsa yarım dakikaya düşüyor bende. Hızlı okuyuşum bundan kaynaklanıyor; bir. İkincisi, ben okumayı ekmeğim, peynirim görüyorum.
Nureddin Hoca eğer bugün bu kadar tepki görüyorsa ve Mü’min gençler Nureddin Hocayı seviyorlarsa -işte yukarıda gördüğünüz engelli bir Müslüman beni görmek için atlamış gelmiş- bunun sebebi, yeni bilgiyle çıkmak için çok okuyan bir hoca olduğumdandır. Reklam için değil, Allah muhafaza buyursun.
Ama meselâ, ben bir dersim varsa o dersle ilgili asgarî bin sayfa taramadan mikrofonun önüne geçmem. Muhabbet ederiz, şimdi burada meselâ muhabbet ediyoruz, çalışmıyorum. Ama bir başlık açtıysam, şu başlığı doldurmak için şiddetli bir okumaya giriyorum. Bu benim bilgilerimi tazeliyor. Meselâ Pazar günü dersim oluyor. Pazar gününden önceki akşam internete giriyorum, bu konuda son bir şey söylenmiş mi bir bakıyorum, birisi bir konferans vermiş mi bakıyorum. Elhamdülillah, belki Rabbimin lütfuyla ilk dikkat ettiğim hassas konu bu olduğu için Allah Teâla da bir oranda başarı Ihsan ediyor.
Sosyal yaşantınızda neler yapmak ya da nelerle uğraşmak size hoş gelir?
Bunun cevabı çok zor ama bir cümleyle özetleyeceksem... En çok bunaldığım zamanlar, çok böyle bazen çatlayasım gibi oluyor. Meselâ bütün Türkiye’nin topluca Suriye’deki savaşı unutup, “Nureddin Hoca sapık”, “Nureddin Hoca cinayet işliyor”, “Nureddin Hoca hapse girmedi mi?” diye üç gün-dört gün üst üste ana haber bültenlerinde, ulusal medyada bir canavar sunulur gibi sunuldum. O gün benim delirmem lâzımdı. Ama benim Allah’tan temenni ettiğim ve bana hep ihsan ettiği çok samimi dostlarım var. Ben bunaldığım zaman hemen telefona sarılırım, iki tane-üç tanesini ararım boşta mısın, “boştayım”. Gel, gelir. Ya çay demleriz, ya da atla arabaya bir yere gidelim deriz. “Nereye gideceğiz?” Bolu’ya kadar gidelim, geri gelelim. O yoldaki muhabbetle ben sapasağlam geri gelirim. Yani beni Rabbim dostlarımla pansuman ediyor. Bana verilebilecek en büyük ceza, o dostlarımdan uzak tutulmamdır. Onu da henüz akıl edemedi kimse, Allah öyle bir şey vermedi onlara. Dolayısıyla benim sosyal yönüm dostlarım ve kardeşlerimdir.
Hocam, yakın İslâm tarihini düşünecek olursak sizleri etkileyen beş alim kimlerdir desek?
Yani buna çok hazırlıksız, seçmeden cevap vermek doğru değil ama, bende rakamlar Hasan el-Bennâ ile başlıyor, Seyyid Kutup ile devam ediyor, Said Nursî’yi Türkiye’de çok etkili buluyorum. Benim hayatımda manevî olarak olağanüstü etkisi olan Ebu Gudde Hocam rahmetullahi aleyhle devam ediyor.
Of'lu olmanın hangi karakteristik özelliklerini taşıdığınızı düşünüyorsunuz?
Hasan el-Bennâ’dan taşınan bir şiir var, ona mı ait bilmiyorum. “Hangi toprak parçasında Allah’ın adı anılıyorsa, ben orayı öz vatanım sayarım” diyor. “Of’luyum, Of’lu mübârek...” Bu tip şeyleri akîdeme zararlı buluyorum ben. Ben Ümmet-i Muhammed’in bir çocuğuyum, dünyanın her yerindenim ben. Babam Of’da doğmama vesîle olmuş, başka hiçbir özelliği yok.
Ayten arslan
Selamun aleykum sayin hocam Sizi üzdüklerinde fırsatçilarin Bizim gibi sizinle hiç tanişmamiş ,hiçbir muhabbeti olmamış,sizi Allah için seven kardeşlerinin duasinda oldugunu unutma! Rabbim biliyor o zor zamaninda Eşimle birlikte çok uzulduk ailemizden birine nasil uzuluyorsak oyle uzulduk oyle dua ettik.sayin hocam ,canim abim,canim kardesim,Allah a emanet ol
CevaplaMehmet YILDIRIM
Selamün aleyküm hocam Rabbim sizinde bizimde yar ve yardımcımız olsun elimden geldiğince sosyal medyada videolarınızı izliyorum malatya ilinde kapalı spor salonunda bir sonhbetinize katıldım sonrasında bir abinin evine hep beraber bir yemek yiyip dinlenmeye geçtik orada da aynı ortamda bulunup sohbetinizden feyz aldık orada bulunun benim gibi bir genç arkadaş size bir soru sordu "hocam şeytan bizi hep kandırıp tuzaga dusuruyor" demişti siz bu soruyo evladım senin yaşın kaç demiştiniz o da 30 hocam dedi oğlum şeytan en az 10 milyon yaşında senden daha tecrubeli swn imaninla ona karşı koyacaksın demiştiniz bu çok hoşuma gitmişti Ayrıca hocam bizim anlayabilecegimi dilde yazılmış sahih hadislerin bulunduğu (buhari ve tirmizi ) sahih nakil olan bir kitap öneriniz var mı
Cevapla